II. Bölüm

112 13 11
                                    

İstediğim bir şeydi. Deryada bir damlaydı. Küçük bir şey. Gerçekten kalbimin ritmini değiştiren düzenli biri olsun istiyordum. Ben sadece ritmini benim değiştirdiğim bir kalp istiyordum. Aşk kadar güzel bir şey yoktur. Ancak bulduğunuz aşk karşılıksız olunca, bu en kötüsüdür.

Okuduğum okulda kız-erkek ayrımı vardı. Yani kızları yalnızca tenefüslerde görebiliyorduk. "Nasıl dayanıyorsunuz?" dediğinizi işitebiliyorum. Kızlarla aynı sınıfta olmamamız sorun değildi ki. Sorun, erkeklerle aynı sınıfta olmam. Tanıştığım kişiler kadar iğrenç yaratıklar görmedim. İnsan edepli olur biraz ya hu! Ben kuytu bir köşede ders çalışırken neden balgam fırlatıyorsun bir tarafa? Ya da neden sınıfın içinde beni rahatsız edecek şekilde böğürüyorsun? Ya da o biraz önce sıranın altına koyduğun sümüklü elini neden bana sürüyorsun? Ne kadar iğrenç olduklarına şahit olmanız lazım. Onların iğrenç tavırlarının ceremesini de biz çekiyoruz.

Ben akıllı bir insan olduğumu düşünüyorum. Ben istediğim gibi değil, öğretmenlerimin ve arkadaşlarımın benden istediği şekildeki gibi davranıyordum. Bence her akıllı insan böyle yapar. Sınıfta her öğretmen ile iyi anlaşan bir tek ben varım sanırım. Kendimi her öğretmene iyi tanıtıyordum. Gerçi zaten iyi biriydim ama yine de öğretmenlere karşı biraz daha iyiydim. Sınıfta top oynarlarken camın birini indirdiler. Okulun müdür yardımcısı benimle beraber birkaç kişiyi daha çağırdı. Arkadaşlardan birisi itiraf etti ama ben satmadım kimseyi.

"Ozan, sınıfta top oynuyorlar mıydı?" diye sordu müdür yardımcısı bana o soğuk yüz ifadesiyle.

"Bilmiyorum hocam." diye yalan söyledim.

"Nasıl bilmiyorsun? Sen sınıfta değil miydin?" dedi bana daha da soğuk olan suratıyla.
Müdür yardımcısı, okula ilk kayıt olduğumda gerçekten kötü biriymiş gibi gelmişti bana. Ancak tanıyınca ve bana yaptığı iyilikler sayesinde ısındım ona. Ayrıca beni, yanlarındayken birçok kişiye, "Ozan gibi öğrenci zor bulunur. Temiz, zeki, efendi..." diye övünce zaten en sevdiğim öğretmen oldu.

"Evet hocam da..." deyip devamını getiremeyince söylemek istemediğimi anladı.

"Korkma oğlum ya!" diye tepki gösterdi. "Çık dışarı."

Ben başım öne eğik şekilde bir yandan öğretmenimin gözünden düşme üzüntüsü, bir yandan da arkadaşlarımı satmama konusundaki haklı gururunu yaşıyordum. Bana faydaları olmasa da onlar itiraf etmediği sürece onları ispiyonlamak benim karakterime uyan bir şey değildi. Bunu yapmayıp, ödevlerinden birkaçına yardım ettiğim sürece ben iyi bir dosttum.

Liseye ilk başladığımda bana hepsi gerçekten iyi davrandılar. Ben onların dostuyum diyebiliyordum. Her şey gayet normal seyrinde ilerlerken samimiyetten dolayı araya siyaset girdi. Hiçbir şekilde istifimi bozmadım. Siyasi fikrimi de kendime sakladım. Ancak ben kendimi bildim bileli Ahmet Kaya dinliyordum. Yine bir gün öğle arasında Ahmet Kaya şarkılarını dinlerken yanıma ismiyle zıt düşen bir şahıs yaklaştı.

"Ne dinliyorsun?" dedi kaşları çatık halde. O kadar kindardı ki beni öldürebilirdi.

"Ahmet Kaya" dedim müziğin sesini bir an bile kısmayarak.

"Neden dinliyorsun o vatan hainini?" diye hiddetlendi birden.

"..."

Bir şey diyemedim tabii. Ne diyebilirdim ki? Anlamak isteseydi zaten anlardı. Ben böyle düşünüyorum. Bir insan şarkılarıyla nasıl bir ülkeyi bölebilir ki diye geçiriyordum içimden. Nasıl bölebilir şiir yazan insanlar, okuyanlar? Aklım almıyordu. Tabi başından beri söylediğim şey buydu. İsmim "Vatan Haini" diye çıktı bu noktadan sonra. Belki de okuldan sevgilimin olmamasının sebebi de budur. Tabi ben okulda şimdi hangi tehtidi alacağımı düşünürken, etrafta bana bakıp gülen insanların kahkahaları kulağımda psikolojik bir etkiye sebep oluyordu. Tam o sırada Halil Sezai dinliyordum zaten.

Ozan-ı BedbahtWhere stories live. Discover now