XV. Bölüm

19 5 1
                                    

Sevdiğim bir futbolcu vardı. Hagi. O kadar çok seviyordum ki, onun futbolunu oynadığı dönemde izleyememek beni içten içe üzüyordu. Monaco'ya bir golü var. Sağ üst doksana. Ve onun arkasından hep şöyle denir: "Sağ ayağına beş yüz sayfalık bir roman yazılır. Sonuna, solaktı diye eklenir."

Almira. Tek bir kusuru vardı. O da kusursuz olmasıydı. Gözlerini söyleyecek olursanız, gözleri onun kusuru değil. Görmemesi onun kusuru değil. Hem öyle güzel gülüyor, öyle güzel bakıyor ki görmediğinin farkına bile varmıyorsunuz. Hem her zaman söylediğim gibi görmemesi benim için bir şanstı.

Bugün doğum günümdü. Eve gittiğimde ise saat yediyi bulmuştu. Beklediğim gibi, alkışlarla ya da iyi ki doğdun melodisiyle karşılanmadım. Yahu bizim evde huzur var bir kere. Öyle yapmacık melodilere falan gerek yok. İnternete girdiğimde bana gelen doğum günü mesajlarına baktım. Her mesaj atana fazla düşünmemek için teşekkür ettim. Yazmayanlar oldu. Kırıldığım insanlar. Hüzünlerimle baş başa kalmıştım.

"Biri milyon kere çoğaltıp hüzünleri,
  Her şeyi kötüledi, bizi yaraladı..."
                                            - Ahmet Kaya

Sayfa sayfa anlattım seni. Satırlarca yazdım bıkmadan, usanmadan. Tüm şarkılar senin için yazılmıştı. Şiirler, türküler. Orta Doğu' daki kan orucu kadar kısa sürmüştü sessizliğim. Hani derler ya Sen bensin işte...

"Şu kahpe Dünya seni,
                  Bana düşman eder mi?"
                                           - Ahmet Kaya

Ediyor işte. Şimdi başımı yastığa koyduğumda düşündüğüm kişi bir başkası. Sana karşı tüm iyi niyetlerimi astığımı belirtiyorum zaten şarkılarda. Şarkılar artık başkası için geliyor. Oysa ne güzel söylerdi üstad. Ben seni menekşe kokusunda aramıştım. Sanırım bu yüzden bulamadım zaten.

Saat gecenin ikisi .
Sabaha beş var.
Dışarıda kar yağıyor.
Öyle karanlık ki gece,
Karın beyaz olduğunu yere düşünce fark ediyorum.
Geceyi aydınlatan ay bile sönmüş.
Çünkü söndürmüşler Güneşini.
Çünkü ışığını alamayınca ay,
Kederlenip üzülmüş herkesten habersiz.
Boşa kapatmış kendini içine.
Çünkü bitirmişler Güneşin umutlarını.
Söküp almışlar tüm ışığını,
Sonra atmışlar bir kenara,
Atık yiyecekler gibi...
Oysa ihtiyacı vardı halen ışığa ayın.
Yoksa ne manası kalırdı en güzel manzaranın?
Ne manası kalırdı muhteşem dolunayın?
Nasıl ölürdü ki Güneşin umutları?
Neydi umutları,
Kim öldürebilirdi umutlarını koskoca Güneşin?
Neye kızardı, küserdi ki böyle zalimleşirdi?
Çünkü o koskoca Güneşti.
Ihtiyacı olana koşardı her zaman, karşılıksız.
Bir dünyası vardı onun.
Ayı burada tanımıştı, burada yeşertmişti umutlarını.
Ay, Güneşten habersiz iş yapmaz,
Ona yardım ederdi.
Ve her zaman sadıktı.
Kuzeye koşardı Güneş Güneydeyken.
Ama öldürmüşlerdi umutlarını Güneşin.
Küsmüştü aya, dünyaya.
Küsmüştü umutlarını çalan herkese.
Karşılık beklemiyordu Güneş.
Belki bir tebessüm.
Belki birkaç nazik söz.
Hatta belki bazen,
Belki bazen biraz fazlası.
Birazcık...
Beraber edebildikleri birkaç kahkaha.
Ay ve Güneş küsmüşlerdi birbirlerine.
Oysa içleri kıpır kıpırdı.
Bir dönse baksa şu karanlık gecenin hâline,
Sarılacaktı, koşacaktı ve geride bırakacaktı,
Bütün ölmüş umutları.
Yeşerecekti geride bıraktıkları her şey.
Gökten kar taneleri bembeyaz yağacaktı.
Ve biz bunu görecektik.
Ama ay kibirliydi, Güneş ise yorgun.
Güneş geride bıraktıklarının farkındaydı.
Dönmedi bir daha ve bir daha bakmadı ardından...

Saat gecenin üçü olmuş.
Ama bir anlamı yok,
Geride yapayalnız bırakılmışlar için...

Ozan-ı BedbahtWhere stories live. Discover now