XIV. Bölüm

20 4 0
                                    

Bir roman yazılsın sadece gözlerine sayfalarca. Anlattığı sadece bakışların olsun. Gözlerinin hayat verdiğini anlatsın uçan kuşlara. Anlayamasınlar gök mavisi mi yoksa zümrüt yeşili mi olduğunu. Her şeyiyle mükemmel olan bu gözlerin kusuru olsun. Güneş'in  doğuşunu da batışını da göremesin. Dağların yeşerdiğini göremesin. Benim gördüğüm mükemmeliyeti göremesin mesela. Kendisinden haberi olmasın.

"Beni ancak bir âmâ gördü.
Göremeden anladı neler hissettiğimi."
                                     -Sagopa Kajmer

Bu sözlerin, sevgiliye yazılan bir söz olduğunu düşünmüyordum. Benim bu şarkıyla bu şekilde özdeşleşeceğimi. Bu şekilde, bu kadar kısa sürede bağlanacağımı düşünmüyordum. Biliyordum ki kalbim ve ben boşluktaydık. Benim hakkımda ne düşünüyor bilmiyorum ama ben on dakika içerisinde hoşlanmıştım ondan. Ayran gönüllü derlerdi bana. Haklılardı tabi. Kimi görsem benimdi. Ve kimi görsem sevdiğimdi. Kendisini göremiyordu. Böyle bir yaratılışı. Böyle bir olağanüstü mükemmeliyeti. Belki de beni görmemesi bir şanstır. Görseydi, ben bu yazıları yazamayacaktım. Ve o her türlü kötülükten uzaktır. Ona bir kötülük yaklaştığında, gözleri alıp götürür onu...

18 Mart

Almira'yla tanışmamızın ardından bir gün geçmişti. Ne saçma bir insanım ben! Değişik biri olmaya başladım. Aslında zaten öyleydim.

Ama içinde bulunduğum bu durum beni farklılaştırıyordu. Bir gün, bana onu düşünerek geçirten zamanı yavaşlatıyordu. Hatta sanki saatler duruyordu. Hiç geçmeyen zaman da onun yanında su gibi akıp geçiyordu.

19 Mart

İkinci gün çoktan olmuştu. Gece hiç geçmiyor değildi. Çok çabuk geçiyordu. Ne kadar saçma  olduğunu biliyorum ama sırf onu düşünerek geçirdiğim iki gün geçti. Rüyamda gördüğüm Almira, tadını alamadan kaçıyordu.

20 Mart

Kendisini sosyal medyada bile aradım. Bu derece vahimdi durum. Onu görmeyi bekliyordum. Aynı gün. Aynı saat. Aynı yerde...

21 Mart

Yatacağız, kalkacağız. Yatacağız, kalkacağız. Yatacağız ve kalkacağız. Büyük gün gelmiş olacak. Üç gün sonra ben doğmuş oluyorum tabiki. Bu anlamda büyük. Bugün dördüncü idi.

22 Mart

...

23 Mart

Bir gün kaldı. Nasıl geçtiğini anlamadım zamanın. Tabiki de şaka yapıyorum. Bir türlü geçmek bilmedi ki zaman. Her zaman böyle mi olur peki? Zaman üzer mi her an bizi? Bazen hiç geçmeyerek. Bazen çabuk geçerek. Ve bazen de geriye alamadığımızdan dolayı hep üzülür müyüz?

24 Mart Büyük Gün

Telefonumu saat 23:59'da kapattım. Zaten kapatmadan önce doğum günüm olduğunu belirten bir fotoğraf yayınladım. Bugün doğum günümdü ve insanların bunu kutlaması benim çok hoşuma gidiyordu. Yarın sabah uyandığımda ise doğum günümü kutlamaları bana sürpriz olacaktı. Anı yakalamak istiyorum. Nasıl bir şeyse artık.

Öğlen on ikide uyandım tam anlamıyla. Çünkü iki saat aralıklarla uyanıp saati kontrol ediyordum. Saat altı. Saat sekiz. Saat on. Ve saat on iki. Kahvaltı yaptıkları odaya girerek "İyi ki doğdum ben." diye melodi uydurdum. Abim yine her zamanki gibi yine dalga geçti benimle.

Ama sadece doğum günümün olmasıyla yaşadığım bir sevinç yoktu. Bugün Nişantaşı' na eğlenmek için gidecektim. Almira ile buluşmaya. Gelir mi gerçekten hiç bilmiyorum ama gelmesi gerçekten benim için muhteşem olur. Cidden günler geçmek bilmiyordu.

Ozan-ı BedbahtWhere stories live. Discover now