VIII. Bölüm

31 7 0
                                    

Aylar geçiyordu birer birer. Her ay para toplayıp farklı yerlere bağış yapıyorduk. Ben biraz daha mutluydum. Ancak biraz daha sert. Sert olmam en ufak şeye hiddetlenmemden kaynaklıydı. Mutlu olmam ise aşka dair bir şey hissetmememden kaynaklanıyordu. Ben aşkı beceremediğimi daha önce de söylemiştim. Yine becerememişim. Birkaç haftadan sonra gülüşlerinin bir anlamı kalmamıştı. Utancının, benden kaçışının bir anlamı kalmamıştı. Ne ben onundum, ne de o benim. Artık bir şarkıdaki gibi odamın hayaleti falan değildi. Sessizliğine de aşık değildim. Şarkı demişken ara sıra müzik tarzımı da değiştiriyorum şimdi. Şimdi Dünya Savaşı bitişinde, ölülerin arasında gezen bir asker gibi hissediyorum. Öyle boşlukta. Hissiz. Herşeyi reddederek. Ancak harbı bitirmiş evime dönüyordum. Giderken göğsümde kalbim vardı. Şimdi ise çıkartıp, geri iade ettiler.

Yardım paraları toplamam dışında, hakkı gözetiyordum. Arkadaşlarımın, dostlarımın hakkının yenmemesi için, hak yiyenleri ikaz ediyordum.

"Yapma kardeşim kul hakkıdır!" diye diye taklidimi yaptırır hâle getirdim insanları.

"Yahu kardeşim bir susun Allah aşkına ya!" diye derste bağırışanları ikaz ettikten sonra hemen bir cevap geliyordu:

"Susun gençler! Kul hakkıdır."

O sorun değildi ilk başta. Esprisine yapar, güler eğlenirdik. Ancak insanlar bu yardımları sadece göz boyamak için yaptığımı düşünüyorlardı. Ben ise bunu sadece her şeyimi bilen bir varlığa açıklayabiliyordum. Ve inanması gereken de sadece vicdanım idi. Bağışları götürdüğüm zaman, orada yardıma muhtaç insanların bana verdiği pozitif enerji, ettikleri tebessümler, zaten vicdanımı buna inandırıyordu.

Yerli yalaka, göz boyacısı, yalaka, göt lalesi... Ve daha niceleri. Bunlar okulda beni çekemeyenlerin başka birilerine söylüyorlarmış gibi bana söyledikleri hakaretlerdi. Yok kardeşim, iyilik yaramıyor. Bana dediklerini, hatta yüzüme karşı gülüp, arkamdan nasıl savurduklarını biliyordum ama hiçbirine ses etmedim. Varsın öyle anlasınlar. Ta ki yarıyıl tatiline iki hafta kala sinirlerimi hoplatan o olaya kadar..

Okulumuza bir ay öncesinde bir çocuk gelmişti. Anlatacağım olayı tahmin edebiliyorsunuzdur. Ben ve o çocuk arasında. Göktuğ. Çocuk direkt bizim sınıfa geldi ve yalnızdı. Ben de çocuğa arkadaş, dost olmaya çalıştım. Derslerdeki eksiklerini kapatıp, okula karşı bir çaba göstermesini sağlıyordum. Çocuk benimle takılalı bir hafta oldu popüler olmaya başlamış. Dolaşırken herkese selam vermeye başlamıştı. Ben tabii ona arkadaş edindirdiğim için seviniyordum.

Bana edilen hakaretler ağrıma gidiyordu tabii ki. Ancak yarıyıl tatiline iki hafta kala olanlar aslında benim ikinci kişiliğimi ortaya çıkarmıştı. Göktuğ kendine yeni arkadaşlar edinmiş, benim selamımı bile almıyordu. Ben, hakkımdaki söylentilere inanıp, konuşmak istemiyordur diye düşünürken bir de onun önden geçerken bana hakaret eden kişiliksizler arasında yer aldı. Onun bulunduğunu farkedip, yoluma devam ederken "Bugünlerde yalakalar çoğaldı." diye yüksek bir ses işittim. Diğer seslerde buna destek verince dayanamadım. Bu ses Göktuğ'a aitti. Döndüm ve ona yaklaştım.

"Bana mı dedin?" dedim karşısına geçip, en sert halimle.

"Üzerine mi alındın?" dedi soğuk tavırla.

"Yani senin söylediklerini genelde bana söylüyorlarda."

"Öyleymişsin demek ki." dedi ve bana bir gerçeği açıkladı.

"Ulan pezevenk! Şu ana kadar ne yalakalığımı gördün?" diye bağırdım.

"Şşşt! Düzgün konuş." dedi eliyle kolumu tutarak.

Ozan-ı BedbahtWhere stories live. Discover now