XII. Bölüm

22 6 0
                                    

Bir ay boyunca işimde hiçbir sorun yaşamadım. İlk maaşımdan iki yüz lira alıp, arkadaşım Cihat'a sinema ısmarladım. Benim param yokken o çok ısmarlıyordu çünkü. Ayıp olmasın çocuğa. Gerçi paranın hesabını hiçbir zaman yapmazdı ama ben yine de ödüyorum bir şekilde ona. Bizde borç diye bir şey yok. Biz, ısmarlıyoruz.

İşimde bir ay içerisinde sevilen biri oldum. İş yerindeki herkes benden büyüktü. Onlara saygısızlık etme gibi lüksüm de yoktu. Bu yüzden beni severlerdi. Her yerde böyleydi. Benden büyük tüm akrabalarım beni severdi. Hatta bana "Babasından daha iyi adam." diye tabir ederlerdi. İş yerine çok sayıda ünlü geldi. Hepsiyle tanıştım. Ama bir yerde görseler tanımazlar beni. Tabii tanımazlar. Benden daha niceleri var.

Ben açık öğretimden sınava girerken işten izinli olduğum zamanlarda da yine Nişantaşı'nda takılıyordum. Tek başıma. Her hafta, aynı gün, aynı saat bir kafeye gidip hikâyemi devam ettiriyordum. Bir kahve var. Çok hoşuma gidiyordu. Bu yüzden oraya gidiyordum. ( Kahve ucuz olduğu için.) Yine bir gün oraya gittim. Aydınlık havada kahvemi yudumlarken, hikâyemi yazacaktım. Oturdum duvarı arkama alarak. Garsona seslendim her zamanki gibi:

"Bakar mısınız?"

"Buyrun?"

"Beyaz Çikolatalı Mocha alabilir miyim?"

"Tabi."

White Chocolate Mocha. Orijinal ismiyle bu şekilde yazılıyor. İlk kez annemin yaptığının dışında bu kahveyi bir arkadaşımla içmiştim. İlayda İlkokul 4. sınıfta ayrılmıştı bizden. Altı sene sonra ilk kez buluştuğumuzda bu kahveyi bana o tattırmıştı. Sevgili arkadaşım. İyi bir Beşiktaş taraftarıydı. Beşiktaş'ta oturuyordu. Biz uzaktık birbirimize. Ayda yılda bir buluşuyorduk. Daha önce dışarıda kahve içmediğimden fiyatları hakkında pahalı söylentilerini duymuştum. Bana kahveyi o ısmarlamıştı. O anda benim için pek sorun yoktu. Ama aklıma geldikçe midemin kaskatı hâle geldiğini hissedebiliyordum.

"Kahveniz." dedi garson kahveyi önüme uzatarak.

"Teşekkür ederim." dedim ve kahveyi yudumlamaya başladım.

Hikâye yazıyordum. Bu seferki aşk hikâyesiydi. Çünkü genelde genç kesim hep aşıktırlar. Ve hep aşk kitaplarını severler. Ben hikâyeme tam sürat konsantre olmuşken önüme, yani önümdeki masaya iki tane kız oturdu. Biri esmer uzun boylu. Diğeri kumral bir altmış boylarındaydı. Esmer olan biraz cingöz gibiydi. Sanki yanındaki kızı kötülüklerden korumak istiyor gibiydi. Yanındaki kız yeşil gözleri olan saf biri gibiydi. Boş boş gülümsüyordu.  Gülümsemesi o kadar tatlıydı ki. Tüm kelimeler kifayetsiz kalır. Kalemi bıraktım ve onlara kulak misafirliği ettim.

"Almira sen burada beni bekle olur mu?" dedi esmer kız.

"Nereye gidiyorsun?" diye sordu adının Almira olduğunu anladığım kumral kız.

"Lavaboya. On dakika içerisinde gelirim. Tamam mı?"

"Tamam."

Esmer kız yanımdan geçerken bana baktı. Sanki onunla konuşacağımı kestirmiş gibiydi. Öyle sinsi sinsi. Kız gerçekten hoşuma gitti. Gerçekten aşırı şekilde hoş bir kızdı. Ben de aylarca birisiyle konuşmamamın verdiği cesaretle yanına gidip konuşmaya karar verdim. Yerimden kalkmak için sandalyeyi biraz geriye ittim. Ve o anda fark ettim ki o da sandalyeyi ittiğimi duydu ki boynunu yana çevirdi. Ancak bana bir kez bile bakmadı. Yerimden kalkıp karşısındaki sandalyeye oturdum.

"Merhaba." dedim büyük bir heyecanla. "Tanışabilir miyiz?"

"Siz kimsiniz?" dedi o boş bakışlarla.

"Kim olduğumu öğrenmen için benimle tanışmanı istiyorum zaten." dedim gülerek.

"İsmim Ozan" diye elimi uzattım.

Ben gülümseyince o da güldü. Komik olduğumu düşünmüştü sanırım. Ben elimi uzatınca o da bana elini uzatmıştı. Ama elimi tutmuyordu. Yüzündeki gülümseme ve boş bakışlar kızın göremediğinin kanıtıydı. Ben saf biri olduğunu düşündüğüm için böyle davranıyor zannetmiştim. Ama elini tuttum. Elleri yumuşacıktı. Belki bir tüy kadar yumuşacıktı. Ellerini tuttuğum anda bırakmak istemedim. Gerçekten hoşlandım  ondan.

"Sen..." dedim ağzımda lafı geveleyerek "Göremiyor musun?" diye sordum.

"Evet." dedi gülümseyerek. "Ya sen? Sen de kör müsün?"

"Şükürler olsun ki değilim. Yoksa böyle bir güzelliği nasıl fark edecektim?" dedim gülümseyerek. O anda kızardığını fark ettim. Sağ eliyle, saçının sağ tarafını geriye atarak. Utandığını fark ettim. Öyle güzel bir şekilde utanıyordu ki. İnsan sadece utanmasına bile aşık olurdu. Ondan ses gelmeyince ben ismini söylemediğini hatırlatayım dedim.

"Bu arada ismin Almira idi. Değil mi?"

"Ay evet. Söylemeyi unuttum. Ama... Sen nereden biliyorsun? Daha önceden tanıştık mi?"

"Hayır. Arkadaşının lavaboya giderken sana o şekilde seslendiğini duydum."

Bir şey demedi yine. Sadece saçlarını geriye atıyordu. Bir de acı acı gülümsüyordu.

"İsminin anlamı nedir?" diye sordum.

"Ay tutulması sırasında, ayın çevresinde oluşan kızıllıkmış." dedi boş boş gülümseyerek.

"Kaç yaşındasın?"

"17. Sen?"

"16. Ama haftaya bugün doğum günüm. 17 yaşıma giriyorum yani." dedim gülümseyerek.

"Her zaman burda mısındır?" diye sordu bana.

"Her hafta. Haftanın bugünü. Aynı saati. Burdayım. Ya sen? Seni ilk defa gördüm burada."

"Ben de senin gibiyim. Belli günlerde, belli saatlerde gelirim. Ama seninle bu şekilde tanışmamız, kesinlikte tesadüf." dedi gülerek.

"Ben tesadüflere inanmam." dedim.

Bu tepkim biraz şaşırmasına neden oldu. Biraz heyecanlandığını hissettim. Sürekli yutkunuyor, saçlarını arkaya atıyor ve dudağını ısırıyordu.

"Arkadaşın biraz sonra gelecek gibi."

"Evet. Bu kadar uzun süre kalmasına şaşırdım."

"Bence geç kalması çok iyi oldu. Benim şimdi gitmem gerek."

"Bir daha görüşecek miyiz?"

"Programını bana göre ayarlaman gerek." dedim ve sanki sevgilimmiş gibi ellerini avucuma aldım. "Seninle tanıştığıma gerçekten memnun oldum. Bir dahaki haftaya aynı gün, aynı saat. Görüşmek üzere." dedim ve içeriye hesabı ödeyerek gittim. Ona bakarak ayrıldım oradan. Gözlerinin içi gülüyordu. Belki de gerçekten görmemesi iyidir. Çünkü eğer görseydi bana bakmayacaktı bile. Vallahi de uykularımın kaçmasına sebep olacak kişi buydu. Sanki müjdelenmiş gibi. Sanki ona aşık olmam konusunda bana büyü yapılmış gibiydi. Onu her yerimde hissediyordum...

Ozan-ı BedbahtWhere stories live. Discover now