Ağırlaşan adımlar

364 15 1
                                    

Kusura bakmayın bu hafta oldukça geç kaldı ama bugün 2 bölüm yayınlıyorum. Bu iki bölüm biraz kısa diğerleri daha uzun olacak. Önemli bölümler ama:) İyi okumalar:* 

Bana iyi geldiğini düşündüğüm Meyraya sıkı sıkı sarıldığım sıra uzaktan bizi izleyen bir kadına çarptı gözüm. Yanımıza doğru hızla koşmaya başladı.

''Meyra ne yappıyorsun burda?''

''Abiyi görmeye geldim anne.''

''Kızım ortalıktan bir anda kaybolmasana korkutuyorsun beni.''

Bir süre kızına sarıldıktan sonra gözlerini bana çevirdi. Yüzünde bıkkınlık,perişanlık ve sıkılganlık vardı. Kıpkırmızı gözlerinden anladığım kadarıyla günlerdir ağlıyordu. O da benim yüzümdendi.

''Merhaba'' dedim bana bakan kırmızı gözlere.

''Merhaba.'' diye karşılık verdi soğuk bir tavırla.

''Ben de burda kızınızla konuşuyordum.'' 

Bakışları bir süre kızına kitlendikten sonra bana çarptı.

''Siz bu arkadaşın yanındaki kızsınız değil mi? Kazaya sahip olan?''

Gözlerimin içi yeniden sulanmıştı. Kalbimdeki acı yeniden yüzüme vuruyordu.

''Ben çok üzgünüm.'' dedim titrek sesimle.

''Bak, dedi ağlayarak. Arkadaşın da kocam da senin yüzünden ölebilir. Ne halt ettiğini sanıyorsun sen? İçki içtin de ne oldu? Eğlendiniz mi? Küçücük çocuğum senin yüzünden babasız kalabilir şimdi.''

Az önce masum bakışlarıyla beni izleyen küçük kızın gözlerinde yaşlar parlamıştı. kÜÇÜK MASUM BİR ÇOCUĞU BABASIZ BIRAKMAKTAN KORKUYORDUM. 

Kadının kolundan tuttum. ''Ne olur beni affedin. Zor, biliyorum ama lütfen en azından çok pişman olduğumu bilin. Sizden ve kızınızdan çok özür dilerim.'' dedim hıçkırıklarımın arasında.

Kolunu sert bir şekilde elimden ayırarak kızını kucağına aldı ve koridorin sonuna doğru yürümeye başladı. 

Anonsu duyunca göz yaşlarımı elimle sildim. ''Mina Yıldız pskiyatris ile görüşmek için odasına bekleniyor.''

Hemen sert adımlarla koridorun karşı tarafına doğru yürümeye başladım. Yerler kuru olduğu halde, koyu bir balçığın içinde yürüyormuş gibi ayaklarım ağırlaşıyor, toprağa yapışıyordu. Boğazımın adam akıllı kuruduğunu hissettim. 

 Bedenimi zar zor taşıyarak odaya girdiğimde Erdinç Beyin Hilmi Beyle birlikte beni beklediğini gördüm. Ilgaz da başlarında dikilmişti. Odaya girdiğimi görünce hemen yanıma koşarak koluma girdi ve beni yatağıma oturttu. Yardım etmek istemesini saçma bulmuştum çünkü koridordan odama kadar tek başıma gelmeyi başarbilmiştim.

''Hoşgeldin Mina. Bu Erdinç Bey. Onunla tanışmanı istiyorum. Bundan sonra sana psikolojik danışmanlık edecek..'' 

Yüzünde kocaman sırıtışıyla bekleyen yaklaşık 45-50 yaşlarında iri mavi gözlerini gözlükleri öreten beyaz saçlı Erdinç Bey bana elini uzatınca ona karşılık olarak gülümseyerek elimi uzattım. 

Konuşmaya başlayacağını anlayan Hilmi Bey dışarı çıktı. Ilgaz da bana sarılarak odayı terketti. Gidişlerini fırsat bilen Erdinç Bey konuşmaya başladı. Onu dinleyemecek kadar halsiz ve yorgun olsam da dinlemek zorundaydım. Çünkü bir söz vermiştim.

~~~~~~~~~~~~

Soğuk havayı titreyen vüducumda hissedince montuma iyice sarıldım. Hastanenin dışında olmak güzeldi. Özgürlüğümü tamamen hissedebiliyordum. Keşke Oğuz da iyileşseydi de tamaman hastaneden çıkabilseydim. Tabi bir de kamyoncu. Şimdilik sadece Erdinç Bey'in önerisi üzerine annem  ve Ilgazla birlikte dışarı hava almaya çıkıyordum. Psikolojik olarak bana iyi geleceğini düşündüğü için polislerden izin almayı başarmıştı. Bunlar benim son özgür günlerim olabilirdi çünkü kazaya ben neden olmuştum ve kamyoncu adama bir şey olması durumunda ben suçlu durumda olacaktım.

Nereye gitmek istediğimi soran Ilgaz'a verecek tek bir cevabım vardı. ''Sahildeki lunapark.''

''Hadi ama kızım, kocaman kız oldum hala lunapark.'' kahkaha atan annem olayın asıl nedenini bilmediği için ona gülümsedim. Bilmesine gerek de yoktu zaten.

Lunaparka gidene kadar annemle Ilgaz aralarında havadan sudan sohbetlerini sürdürürken gözlerimi kapatarak uyuma numarası yaptım. Aksi halde benim de sohbetlerine dahil olmamı isteyeceklerini çok iyi biliyordum çünkü. 

Lunaparka vardığımızı anlayınca hemen gözlerimi açtım. Arabadan byüük bir heyecanla çıkarak Oğuz'la o gün bindiğimiz dönme dolabın yanına koştum. Peşimden gelen annemin ve Ilgaz'ın bağrışlarını duymuyordum bile. Burası benim olmak istediğim yerdi. Tam olarak burası bana çok iyi geliyordu. Burası ikimizindi. Oğuz'undu. Benimdi. Bizimdi.

Dönme dolabın parasını ödeyen Ilgaz yanıma oturdu. Annemse bizi aşağıdan izlemeyi tercih etti. Oldu olası sevmez zaten böyle şeyleri. 

Dönme dolabın koltuğuna oturduğum an başımı Ilgaz'ın omzuna yasladım. Tıpkı Oğuz'unkine yasladığım gibi. Sıcak ve yumuşak başı bana yukarı çıkarken eşlik ediyordu. Başım omzunda, gözüm Oğuz'un annesini kaybettiğini gördüğü yolda hayallere dalmıştım. Oğuz'un ayıldığını ve yeniden bu lunapkara geldiğimiz hayal ettim.Hayal etmek bana iyi geliyordu. İhtimalleri düşünmek zorunda kalmamak müthiş bir rahatlıktı. 

''Annen mi bağrıyor?'' Ilgaz'ın sesiyle hayallerimden geçip kendime geldim. Aşağıa baktığımızda bağırışlar içinde ağlayan annemi gördüm. Ne olduğunu çok merak ediyordum. Annemi bu kadar üzen neydi? 

Derhal dönme dolabı kontrol eden adama bağırdım. ''Durdurun hemen'! Hemen durdurun lütfen acilen!!''

Bağırışlarıma Ilgaz'In kiler de eklenince dönme dolabın kontrolcüsü bizi aşağı indirmek için düğmesine bastı.

''Sadece iki kelime''Where stories live. Discover now