BÖLÜM 2: KANLI YEMEK

2.7K 237 32
                                    

Neler olduğunu kavramaya vaktimiz olmadan hazırlanmaya başladık. Şefin bizi bu saatte gereksiz bir şey için çağırdığını düşünmüyordum. Eminim Rüzgâr da benim gibi düşünüyordu. Üstüme giyinebileceğim çok fazla güzel kıyafetim yoktu. İçlerinden en iyisini seçerek giyindim o yüzden. Ne saçlarımı yapabildim ne de soluk tenimi renklendirebildim. Bütün kıyafetlerim spor tarzı olduğu için oldukça rahattım giyindiklerim içerisinde. Şefi göreceğim için belli belirsiz bir heyecan duygusu oluştu içimde. Gezegendeki kimse ne yaparsa yapsın onu göremezdi. Bu durum imkânsız değildi ama şef sizi önemsediği sürece onu görebilirdiniz. Benim yaptığım şey ise gezegeni kendimden kurtarmak oldu ve onu görebildik. Önemli bir kişi olduğumu biliyordum ve şefin hayatı boyunca bir zihin çökerten görmediği için beni görmeye geldiğini de hissedebiliyordum. Amacı sadece beni kurtarmak değildi, bence bu planlarında olmayan bir durumdu. Fakat yine de ona teşekkürden fazlasını borçluydum.

Odamdan çıkıp dış kapıya geldiğim zaman çoktan Aras ve Rüzgâr'ın hazırlandığını gördüm. Kıyafetlerini benim gibi değiştirmemişlerdi. Çünkü şu an eve gitmeleri için zamanımız yoktu. Giyindikleri bol montların içinde bence oldukça iyi görünüyorlardı. Bu saatte aniden bizi çağırdıkları için fazla süslenmemizi bekleyemezlerdi değil mi?

Kapının önünde duran arabalara binmemiz için bizimle konuşan iri yarı koruma işret etti. Üçümüzün de aynı arabaya bineceğini düşünmüştüm fakat düşündüğümün aksine bir durum gerçekleşti. Ben önde duran ilk arabaya binmek için korumanın eşliğinde yürüyordum. Arabanın hemen yanında duran başka bir koruma benim yaklaştığımı fark edince hemen arka kapıyı binmem için açtı. Kendimi özel hissettirdikleri için farklı düşüncelere kapıldım. İçimden bir ses bunun sonucunda pek de mutlu olmayacağımı söylüyordu. Arabaya binmeden önce arkama baktım. Aras ve Rüzgâr'da kendileri için açılan kapıya hayretle bakıyorlardı. Birkaç saniye sonra ise Rüzgâr ona baktığımı hissetmiş olacak ki gözleri benimle buluştu. Gözlerini iki kere kırparak bana talimat verdi ve bende ona güvenerek arabaya bindim. Kapı sert bir şekilde yüzüme kapatıldığı için ürktüm.

Hızlıydık, fazlasıyla hızlıydık. Neden oraya gitmek için bu kadar hızlı olduğumuzu anlayamıyordum. Yaklaşık on dakika sonra arabadan indiğimde ayakta durmakta zorlandım. İki dakika sonra kendime geldiğimde karşımdaki devasa binayı -sarayı- fark edebildim. Etrafını sarmaşıklar çevrelemişti. Adeta ormanın bir parçası gibi görünüyordu. Şato veya saray her tabir bu devasa şahesere uyuyordu. Karınca kadar bile küçük olduğumu düşünmüyordum önünde. Üstündeki işlemeleri yapmak kaç yıllarını almıştı diye düşünmeye başladım. Önümde duran merdivenin basamakları bile tamamen farklıydı. Düz değildi, basılan yer düz olsa da geri kalan yer tamamen çiçek deseninden ibaretti. Mermere oyulmuş bir heykel gibi görünüyordu.

"Gidelim. Sizi bekliyorlar." Başımda bekleyen koruma sağ elini merdivenlere doğru uzattı. Elli basamak kadar çıktıktan sonra başka bir şok daha geçirdim. Karşımda duran kapının büyüklüğü dudak uçuklatacak türdendi. Fakat fazla da şaşırmamam gerekirdi çünkü bu kadar büyük bir yapıya anca bu kadar büyük bir kapı giderdi. Beş metreden bile uzun olduğunu tahmin ettiğim üzerinde sade işlemeleri olan kapının açılması için nefesimi tuttum. Ve sonra o kapı büyük bir gürültüyle içeri doğru açılmaya başladı. Bulunduğum yere yakışır bir biçimde davranmayı çok isterdim ama ağzımdan çıkan oha kelimesi bu duruma olanak sağlamadı. Ne Rüzgâr'ı ne de Aras'ı düşünebiliyordum. Kapının güzelliğinden kendimi alıp da onlara bir türlü bakamıyordum. Bu yüzden zihnimle onlara seslendim.

"Bugün burada ölmeyeceğiz değil mi?" Aras ve Rüzgâr'a aynı şeyleri söyledim. İçimden bir ses iyiye gitmediği konusunda beni uyarıp duruyordu. İkisinden aldığım cevaplar ise farklıydı.

ZİHİN ÇÖKERTEN | Tamamlandı|Where stories live. Discover now