Küçük Cin'im ▷▷ 3

1.2K 152 56
                                    

Odamda, yatağımda uzanırken iç çekişlerim durmuyordu. Fazlasıyla sıkılmıştım ve çalışmam gereken derslerim olmasına rağmen bir tanesini bile yapmak içimden gelmiyordu. Evde de kimse yoktu ve sessizlik can sıkıcıydı. Zorla yatağımdan kalkıp evin içinde birkaç tur attım. Televizyon izlemeyi denedim, bilgisayarda oyun oynamayı, müzik dinlemeyi ve birçok şeyi. Hiçbir şey keyfimi yerine getirmedi. Ben de düşündüm ki, belki arkadaşlarımla vakit geçirebilirim. Ne var ki sık iletişimde olduğum pek arkadaşım yoktu. O  nedenle aklıma gelen tek fikre odaklandım. Kyungsoo'yu çağırmak... O gelirse birlikte vakit geçirebilirdik.

Sorun da burada başlıyordu işte. Onu nasıl çağıracağımı hala bilmiyordum. Kütüphanedeki o günün üzerinden iki ay geçmişti. Bu süreçte birkaç kez onu çağırmayı denedim ama başarısızlık bana geri dönüş yaptı. Bunun sebebi, sadece fısıltıyla "Kyungsoo" diye bağırmam da olabilirdi. Bugün ise daha farklı şeyler deneyecektim.

İlk olarak başımı tavana dikip yüksek sesle "Kyungsoo!" diye bağırdım. Birkaç dakika içinde ses seda gelmeyince sadece cümleyi değiştirerek devam ettim.

"Kyungsoo sana ihtiyacım var."

Bu da başarısızdı. Hareketimi de değiştirme kararı aldım. Ellerimi birbirine bastırıp sessizce "Cin Kyungsoo, seni çağırıyorum." dedim.

Sonuç: Başarısız.

"Kyungsoo sahibine gel."

Bu saçmaydı, kabul ediyordum.

"Kyungsoo ihtiyacım var sana."

"Kyungsoo sana ihtiyacım var."

"Var sana ihtiyacım Kyungsoo."

"İhtiyacım Kyungsoo var sana."

Başarısız, başarısız, başarısız...

Amuda kalktım. "KYUNGSOO BURAYA GEL."

Yataktan sarktım. "Kyungsoo çok hastayım, gelsene."

Etrafımda 10 kere döndüm. 10 kere Kyungsoo dedim.

Hem etrafımda döndüm hem amuda kalktım hem de Kyungsoo dedim.

Sonuçlar ise tabii ki başarısızdı.

Pes ediyordum. Kyungsoo'yu falan çağırmayacaktım. Bana kalırsa, çağırırsan gelirim demesi saçmalıktan öte bir şey değildi. İstediği her zaman ortaya çıkan ve ortalığı karıştıran bir yaratık olduğunu düşünüyordum artık. Sinirle soluyup odama geri döndüm ve isteksizce ödevlerin başına oturdum. Kafamı bir şekilde dağıtmam gerekiyordu.

Günler böyle geçti. Kyungsoo'yu her çağırma girişimim olumsuzlukla sonuçlanırken benim gönlüm çoktan kanatlanmış ve birisine doğru uçuyordu.

Sınıfımızda, çok sonradan fark ettiğim bir kız, Min Hye.

Geçen hafta sunum yaparken dikkatimi çekmişti. O zamandan beri de çaktırmadan onu izliyor ve gönlümü ele geçiriyor olmasına öylece izin veriyordum. Tatlıydı, güzel bir kızdı. Ayrıca ağır başlıydı ve diğer kızlar gibi tuhaf özellikleri olacağını düşünmüyordum. Kimseye bir zararını görmemiş veya kimseden, onun hakkında kötü bir söz işitmemiştim. Hatta bu sefer beklemeyi bile aklıma getirmedim. Direkt karşısına geçecek ve duygularından bahsedecektim ama önce hazırlık yapmam gerekiyordu. Annemin yanaklarımı sıka sıka, yakışıklılığıma dair söylediği şeyler kısmen doğruydu. Ben buna pek inanmasam da bu güvensizliğimi arka plana atmalıydım.

Okula gideceğim sabah da, bu nedenle güzelce hazırlandım. Daha özenli giyinmiş ve saçlarımı daha özenle yapmıştım. Sınıfa girdiğim an dikkatleri çektiğimi söylemek de yalan olmazdı. Hatta, Kyungsoo'nun olmadığı dönemlerde  muhabbeti arttırdığım Baekhyun, hemen arkamda oturan çocuk, yerime geçtiğim an beni dürtüp "Voav!" diye bir tepki vermişti ve ona nedenini açıkladım. Bu sefer sırtımdan vurup beni destekleyecek bir arkadaşım da vardı. Yüzüm ders bitene kadar güldü ve Min Hye'nin gözlerinin de üzerimden kalkmadığı gözümden kaçmadı. Eğer böyle giderse bir sonraki derse el ele girebileceğimizi tahmin edebiliyordum.

Hoca ara verdiğinde Min Hye sınıftan çıkmıştı. Vakit kaybetmeden arkasından gittim. Kahve almak için kahve otomatlarının yanına gitmişti. Tereddütsüzce ona ilerledim. Hemen arkasındaydım ve o kahvesini alıp çekildiğinde ben de bir tane aldım. Hala gitmediğini gördüğümdeyse ona doğru dönüp gülümsedim. Bana karşılık verdiği esnadaysa gözlerim başının üstünde uçan Kyungsoo'ya takıldı. Tebessümümün bozulmasını son anda engelledim ve onu görmezden geldim.

"Merhaba, Min Hye'ydi, değil mi?" diye sordum benden kısa olan kıza hafifçe eğilerek. Bu sırada birisinin kulağımın dibine uçması gecikmedi.

"Jongin, dur!"

"Ah, evet. Sen de Jongin, değil mi?" saçını kulağının arkasına tararken usulca söylemesi içimi ısıtırken genişçe gülümsedim. Kyungsoo beni dürtüp duruyor ve ona bakmam için oldukça çaba sarf ediyordu ama onu umursamadın ve Min Hye ile bir sohbete daldık.

Bu güzel sohbetin içine eden ise, Min Hye'nin elinde tuttuğu bardağın biri tarafından devrilip üzerine dökülmesiyle son buldu. O şaşkınlıkla lavaboya kaçarken ben de sinirle Kyungsoo'ya döndüm. Konuşmaya başlayacaktım ki etraftaki insanlar yüzünden sustum ve boş bir sınıf bulana kadar koridorda ilerledim. Bulduğumdaysa içeri girdim. Kyungsoo arkamdan gelmişti. Kapıyı kapatır kapatmaz ise bağırdı.

"Beni görmezden gelmek de ne demek oluyor?"

"Asıl kızın üzerine kahve dökmek ne demek oluyor?"

Daire çizerek uçarken kollarını önünde birleştirdi ve somurttu.

"Eğer öyle yapmasaydım beni umursamayacak ve büyük bir hata yapacaktın. Ne yapayım?"

"Hata, öyle mi? Ne hatasıymış yine?"

O uçmayı durdurup olduğu yerde süzülürken bu sefer kollarını bağlayan ben oldum. Neler saçmalayacağını merak ediyordum açıkçası.

"Yine adam akıllı düşünmeden harekete geçtin. O kız var ya..."

"Ne o kız? Altına işemekten zevk alan bir manyak mı yoksa erkekleri elleyen bir psikopat mı?"

"Cidden... Düşününce onlar bile daha iyi." dedi ellerini alnına bastırıp başını iki yana sallarken. Bu sefer onun bu sevimliliğine kanmayacak ve ciddi bir şekilde onunla konuşacaktım.

"İnanmıyorum." dedim. Aniden bana baktı.

"Huh?"

"Artık ne dersen de inanmayacağım çünkü bana hiç gerçekçi gelmiyorsun."

"Jon-"

Suratı ifadesizleşirken onu durdurdum. Yaklaştım ve emin bir şekilde gözlerine baktım.

"Gerçek olduğunu düşünmüyorum, Kyungsoo. Bence sen benim beynimde yarattığım bir hayalsin. Bir kızdan hoşlandığımda ve ona yaklaşma kararı aldığımda ortaya çıkan bir korku ürünüsün sadece. Bunu başka şekillerde açıklayamam. Tereddütte kaldığım için, beni adımlarımdan caydırması için yanıma gelmesini istediğim birisin sadece. Sanrısın."

Tamamen suskunlaşmış ve benim kararlı bir şekilde söylediklerimi dinlemişti. Yüzü asıldığı için kendimi biraz suçlu hissetsem de, uzun süredir üzerinde düşündüğüm şeyleri söylemek beni fazlasıyla rahatlatmıştı.

"Hayır." dedi. "Hayal ürünü falan değilim."

"Neden çağırdığımda gelmedin o zaman?"

Gülmeye başladı ve ciddiyetimi bozmadığımı görünce kendini tuttu.

"Çağırmak için yaptığın şeyler çok komikti. Ben de daha neler yapacaksın diye izleyeyim dedim ve gülmekten gelemedim."

Tekrar kahkaha atmaya başladığında omuzlarım düştü. O gülüyordu ama ben kızgın ve kırgındım.

"Jongin, özür dilerim. Bak, bir daha öyle bir şey yapmam. Şimdi, o kızın yanına gitmeyeceksin değil mi?"

"Tek derdin bu mu?" diye sorduğumda geri çekildi. "Beni kimseye yaklaştırmayıp yalnız başıma ölmemi seyredeceksin. O halde mutlu ol, çünkü öyle yapacağım."

Ve sınıftan çıkıp eşyalarımı yanıma aldıktan sonra eve gittim.

Little Genie || KaiSooWhere stories live. Discover now