23. Bölüm

270 15 10
                                    


Tours'dan atla Clochegourde'a doğru yola çıktım. Böyle gelmemin nedenleri vardı, çünkü gece gezintilerim için bana bir at gerekliydi, benim atımsa Lady Esther Stanhope'un markize yolladığı, onun da Londra'daki salonunda bulundurduğu ve benim çok garip bir biçimde elde ettiğim, şu ünlü Rembrandt tablosu karşılığında aldığım bir Arap atıydı. Altı yıl önce yaya olarak geçtiğim yola saptım, ceviz ağacının altında durdum. Burada, setin kıyısında ak giysisiyle, Madam de Mortsauf'u gördüm. Hemen bir yıldırım hızıyla ona doğru sürdüm atımı, görünen bir şeye en kısa yoldan varma yarışına katılmış gibi, aradaki uzaklığı düz bir çizgi gibi aşarak birkaç dakikada duvarın dibine geldim. Çöl kırlangıcının şaşırtıcı sıçramalarını işitti, onu setin köşesinde birdenbire durdurduğum zaman, "Aa! Siz misiniz!" dedi.

Bu sözcükler yıldırım gibi vurdu beni. Serüvenimi biliyordu. Kim anlatmıştı? Sonradan iğrenç mektubunu gösterdiği annesi! Eskiden öylesine yaşam dolu olan bu sesin ilgisiz zayıflığı, donuk solgunluğu, olgunlaşmış bir acıyı ortaya koyuyor, bir daha yeşermemesiye kesilmiş çiçeklerin kim bilir hangi kokusunu yayıyordu. Sadakatsizlik kasırgası, Loire'ın toprağı bir daha arınmamasıya kumlandıran su taşmaları gibi, ruhunun üzerinden geçmiş, gür çayırların yeşillendiği yerleri bir çöl durumuna sokmuştu. Atımı küçük kapıdan içeriye soktum; buyruğum üzerine çimenliğe yattı, ağır adımlarla ilerleyip gelen Kontes, "Ne güzel hayvan!" diye haykırdı.

Elini tutmayayım, diye kollarını kavuşturmuştu; niyetini sezdim.

"Gidip Mösyö de Mortsauf'a haber vereyim," diyerek yanımdan ayrıldı.

Ayakta, şaşkın, kalakaldım, gidişine ses çıkarmıyor, onu seyrediyordum, hep soylu, ağır, mağrurdu, o zamana değin gördüğümden daha aktı, ama alnında en acı hüznün sarı izi vardı, fazlasıyla yağmur yüklü bir zambak gibi başını eğiyordu.

Ölmek üzere olduğunu sezen bir adamın taşkınlığıyla, "Henriette!" diye bağırdım.

Geriye dönmedi, durmadı, adını benden geri aldığını, artık bu ada yanıt vermediğini söylemeye gönül indirmedi, hep yürüyordu. Şimdi ruhlarıyla kürenin yüzeyini canlandıran, toz olup gitmiş milyonlarca insanın yattığı bu tüyler ürpertici vadide, onu şanlarıyla aydınlatacak ışıklı sonsuzlukların altında sıkışmış bu kalabalık ortasında küçücük kalabilirim; ama o zaman bile, bir kentin sokaklarında yükselen, yenilmez bir su basması gibi ilerleyen, düzgün bir yürüyüşle Clochegourde Şatosu'na çıkan bu ak gölgenin karşısında, bu Hıristiyan Dido'nun şanı ve işkencesi karşısında ezildiğim oranda ezilmeyeceğim! Arabelle'e, Tanrı için her şeyin bırakıldığı gibi benim için her şeyi bırakmış olan bu kadına, bir tek ilençle lanet ettim, işitseydi ölürdü! Her yanda acının sonsuzluğunu gördüm, bir düşünceler dünyasında yitip gitmiş gibiydim. O zaman hepsinin indiklerini gördüm. Jacques yaşının saf çabukluğuyla koşuyordu. Madeleine, gözleri sönmeye yüz tutmuş ceylan, annesiyle geliyordu. Üzerine ruhun dökülüşlerini ve annesinin istemediği gözyaşlarını boşaltarak Jacques'ı yüreğimin üstüne bastırdım. Mösyö de Mortsauf yanıma geldi, bana kollarını uzattı, beni bağrına bastı, yanaklarımı öptü, "Félix, yaşamamı size borçlu olduğumu öğrendim!" dedi.

Bunlar olurken Madam de Mortsauf, şaşırıp kalmış olan Madeleine'e atı göstermeyi bahane ederek bize sırtını döndü.

"Hay kör şeytan! İşte kadınlar, böyledir!" diye bağırdı Kont öfkeyle, "atınıza bakıyorlar."

Madeleine geri döndü, yanıma geldi; Kontes'e bakarak elini öptüm. Kontes kızardı.

"Madeleine çok daha iyi!" dedim.

Vadideki ZambakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin