27. Bölüm

293 14 2
                                    


Paris'e dönünce, Arabelle'le eskisinden daha içli dışlı olduk. Çok geçmeden her ikimiz de görgü yasalarını yıktık; o zamana dek ben isteyerek uyuyordum bu yasalara, bunlara sıkı bir biçimde uymak, Lady Dudley'in düştüğü durumu çevrenin bağışlamasını sağlıyordu çoğu zaman. Dış görünüşlerin ötesine sızmaktan hoşlanan kibar çevre, bu görünüşlerin sakladığı gizi öğrenir öğrenmez, yasal sayar bunları. Yüksek çevrenin göbeğinde yaşamak zorunda olan sevgililer, salonların hukukunun gerektirdiği engelleri devirmekle iyi etmeyeceklerdir; başkalarından çok, kendileri söz konusudur. Aşılacak uzaklıklar, dışarıya karşı gösterilecek saygı, oynanacak güldürüler, daha da karanlıklaştırılacak gizemler, mutlu aşkın bütün bu tragedyası yaşam boşluğunu doldurur, isteği yeniler ve yüreğimizi alışkanlığın gevşemelerinden korur. Ama temelden savruk olan ilk tutkular da, tıpkı gençler gibi, ormanlarında hangi ağacın kesilip hangisinin bırakılması gerektiğini araştıracak yerde, hepsini kökünden keserler. Arabelle, bu burjuva görüşlerini benimsemiyordu, beni hoşnut etmek için boyun eğmişti bunlara; avını elinden kaçırmamak için önceden işaretleyen cellat gibi, sposo'su durumuna gelmem için bütün Paris'in gözleri önünde güç duruma düşürmek istiyordu beni. Bu yüzden, beni evinde alıkoymak için şuhluklarını kullandı, çünkü, kanıtsızlık yüzünden, ancak yelpaze altından fısıldaşmaları destekleyen kibar rezaletinden memnun değildi. Durumumu açıkça ortaya koyan önlemsizliklerde bulundukça çok mutlu olduğunu görür de aşkına nasıl inanmazdım?

Yasal olmayan bir evliliğin hazlarına gömüldükten sonra, bir umutsuzluktur sardı içimi, yaşamımı nicedir benimsediğim görüşlere ve Henriette'in salık verdiği şeylere aykırı bir yönde durmuş görüyordum. O zaman, sonunun geldiğini sezerek, soluğunun gürültüsü dinlenmesini isteyen, bir veremliyi saran bir tür kızgınlık içinde yaşadım. Yüreğimin acı çekmeden çekilemeyeceğim bir köşesi vardı; bir öç iblisi aklıma geliştirmeyi bir türlü göze alamadığım düşünceler getiriyordu durmadan. Henriette'e yazdığım mektuplar bu ruhsal hastalığı anlatıyor ve ona sonsuz bir acı veriyorlardı. "Yitirilen bunca gömüye karşılık, hiç değilse mutlu olayım istiyordu!" Aldığım tek yanıtta böyle demişti. Ve ben, mutlu değildim! Sevgili Natalie, mutluluk mutlaktır, karşılaştırmaya gelmez. İlk ateşim geçince, ister istemez bu iki kadını birbirleriyle karşılaştırdım; aralarındaki karşıtlığı o zamana dek inceleyememiştim. Gerçekten de, her büyük tutku kişiliğimiz üzerine öyle ağır bir biçimde çöker ki, ilkin keskin yanlarını geriye iter, kusurlarımızı ya da üstünlüklerimizi oluşturan alışkanlıkların açtığı izleri doldurur; ama sonradan, birbirlerine iyice alışmış iki sevgilide, ruhsal varlığın çizgileri yeniden belirir, o zaman her ikisi de karşılıklı olarak birbirlerini yargılarlar, çoğu zaman, kişiliğin tutku karşısındaki bu tepkisi boyunca, her şeyin yüzeyinde kalan insanların yüreğimizi tutarsızlıkla suçlamak için bir silah gibi sarıldıkları ayrılmaları hazırlayan soğukluk duyguları çıkar ortaya. Bu dönem de başladı işte. Çekici yanları eskisi gibi gözlerimi kör etmiyordu, zevkimi bütün ayrıntılarıyla gözden geçirerek bir incelemeye giriştim, bu inceleme, belki hiç de istemememe karşın, Lady Dudley'in zararına oldu.

İlkin, Fransız kadınını bütün kadınlar arasında belli eden, yaşamlarındaki rastlantıların yardımıyla her ülkenin sevme biçimlerini denemiş insanların düşüncesine göre, sevilmesini daha hoş kılan zekâ konusunda yaya kaldığını gördüm. Bir Fransız kadını sevdiği zaman, değişir; bunca övülen şuhluğunu, aşkını süslemekte kullanır; öylesine tehlikeli olan boş gururunu bırakır, kendisini sevgisine adamaya kalkar. Sevgilisinin çıkarlarıyla, kinleriyle, dostluklarıyla kaynaşır; işadamının deneyimle edindiği incelikleri o bir gün içinde ediniverir. Yasayı inceler, kredi mekanizmasını anlar, bir bankerin kasasını boşaltıverir, şaşkındır, müsriftir, ama bir tek yanlışlığa düşmeyecek, bir tek lirayı sokağa atmayacaktır; aynı zamanda hem anne, dadı, hekim olur, hem de bütün değişmelerine en ufak ayrıntılarında bile sonsuz bir aşk belirten bir mutluluk güzelliği verir; değişik ülkelerin kadınlarına özgü olan, onları yükselten nitelikleri kendinde toplar, aklıyla birlik sağlar, bu karışık niteliklere, her şeye canlılık veren, her şeyi sağlayan, doğrulayan, çeşitlendiren, bir tek eylemin ilk zamanına dayanan bir duygunun tekdüzeliğini yıkan Fransız mayasını katar bunlara. Fransız kadını kalabalık içinde de olsa, yalnız da olsa, her zaman, her dakika, durmadan, bıkmadan sever; kalabalık içinde yalnız bir kulakta çınlayan bir ses bulur, susmasıyla da konuşur, gözlerini önüne dikerken de bakmasını bilir; içinde bulunduğu durum konuşmasını, bakmasını yasak ediyorsa, ayağının iz bıraktığı kumdan yararlanacak, üzerine bir düşünceyi yazacaktır; tutkusunu belirten yalnız odur; kısacası, aşkı karşısında dünyayı dize getirir.

Vadideki ZambakWhere stories live. Discover now