30. Bölüm

282 17 2
                                    


Konuşmayı bitirdiği zaman, dualar başladı: Saché Papazı, ona şaraplı ekmek verdi. Bir zaman sonra, soluması zorlaştı, bir bulut yayıldı gözlerinin üstüne, hemen sonra yeniden açıldı, bana son bir kez daha baktı, herkesin gözü önünde, belki de aynı anda yükselen hıçkırıklarımızı duya duya, öldü. Son soluğunun, uzun bir acı olmuş bir yaşamın son acısının uçtuğu anda, içimde bütün varlığıma işleyen bir vuruş duydum. Kont'la ben, iki rahip ve papazla birlikte, bütün gece ölü yatağının başında kaldık, mumların ışığında, yatağında upuzun yatan, nice acılar çektiği yerde şimdi sakin olan ölüyü bekledik.

Ölümle ilk yakınlığımdı bu. Bütün bu gece, gözlerim Henriette'e dikili kaldım, bütün fırtınaların dinmişliğinin verdiği duru anlatımla, hâlâ sayısız sevgileriyle donattığım, ama artık aşkıma yanıt vermeyen yüzün aklığıyla büyülenmiştim. Bu sessizlikte, bu soğukta ne yüce bir büyüklük vardı! Ne düşünceler anlatmıyorlardı! Bu kesin dinlenişte ne büyük bir güzellik, bu kımıltısızlıkta ne büyük bir baskı vardı! Bütün geçmiş hâlâ ondadır, gelecek de onda başlar. Ah! Ölüyken de seviyordum onu, canlıyken sevdiğim ölçüde.

Sabah, Kont yatmaya gitti, yorgun düşen üç papaz, geceyi uykusuz geçirenlerin çok iyi tanıdıkları bu ağır saatte uyudular. O zaman, kimseler görmeden, anlatmama hiçbir zaman izin vermediği bütün aşkla alnından öpebildim onu.

Daha ertesi gün, serin bir güz sabahında, Kontes'i son barınağına dek uğurladık. Yaşlı seyis, iki Martineau, bir de Manette'in kocası taşıyordu onu. Onu yeniden bulduğum gün öylesine sevinçle çıktığım yoldan indik; Saché'nin küçük mezarlığına gelmek için Indre Vadisi'nden geçtik; kilisenin arkasında, bir küçük tepenin zavallı bir köy mezarlığıydı bu, Hıristiyan alçakgönüllülüğüyle, basit bir kara tahta haçla buraya gömülmek istemişti; tarlalarda çalışan yoksul bir kadın gibi demişti. Vadinin ortasında, bucağın kilisesini ve mezarlığı gördüğüm zaman, esrimeli bir titremeye tutuldum. Yazık! Hepimizin yaşamında bir Golgotha vardır, yüreğimize bir mızrak yiyerek, başımızda gül çelenginin yerini alan diken çelengini duyarak ilk otuz üç yaşımızı bırakırız burada: Bu tepe benim için bir kefaret dağı olacaktı. Sessizlik içinde bir sürü güzel davranışlarını gömdüğü bu vadinin üzüntülerini söylemek için koşup gelmiş, büyük bir kalabalık yürüyordu ardımızdan. Sırdaşı Manette'den öğrendik: Yoksullara yardım etmek için, birikmiş paraları yetmeyince, giyiminden kesermiş. Giydirilmiş çıplak çocuklar, yeni doğmuş bebelere yollanan çamaşırlar, yardımına koşulmuş analar, kötürüm yaşlılar için kışın değirmenciye verilen buğdaş çuvalları, yoksul bir aileye verilen bir inek, kısacası Hıristiyan kadının, annenin, şato hanımının hayır eylemleri; sonra birbirlerini seven çiftler için tam zamanında yetiştirilmiş drahomalar, kurası çıkmış gençlere verilen bedel paraları, "Başkalarının mutluluğu artık mutlu olamayanların avuntusudur," diyen seven kadının yürek sızlatan armağanları. Üç günden beri geceleri bütün söyleşilerde anlatılan bu olaylar, kalabalığın büyüdükçe büyümesine yol açmıştı; Jacques ve iki rahiple birlikte tabutun ardından yürüyordum. Töreye göre, ne Madeleine ne de Kont bizimleydi, yalnız başlarına Clochegourde'da kalıyorlardı. Manette ne olursa olsun gelmek istemişti, birçok kez, hıçkırıkları arasında, "Zavallı Madam! Zavallı Madam! İşte en sonunda mutlu," dediğini işittim.

Cenaze alayının değirmenler yolundan ayrıldığı sırada, gözyaşlarıyla karışık, ortak bir inilti yükseldi, vadi yitirdiği ruhuna ağlıyordu sanki. Kilise, insanla doluydu. Ayinden sonra, mezarlığa gittik, haçın yanına gömülecekti. Toprağa karışmış, taşların, çakılların tabutun üzerine yuvarlandıklarını görünce, bütün cesaretimi yitirdim, sendeledim, Martineau kardeşlerden beni tutmalarını rica ettim, yarı ölü bir durumda Saché Şatosu'na götürdüler beni; şato sahipleri bana burada kalmamı önerdiler incelikle, ben de kabul ettim. Niçin saklamalı, Clochegourde'a dönmek istemedim; yine Frapesle'de bulunmak da aykırı geliyordu bana, oradan Henriette'in şatosunu görebilirdim. Burada, onun yanındaydım. Birkaç gün, pencereleri size sözünü ettiğim şu sakin ve ıssız vadiciğe bakan bir odada kaldım. İki kez yüzyıllık olmuş meşelerle çevrili, geniş bir toprak parçasıdır burası, büyük yağmurlarda buradan bir sel akar. Bu görünüş, dalmak istediğim ciddi ve görkemli gözleme uyuyordu. Korkunç geceden sonraki gün boyunca, Clochegourde'da varlığımın, ne denli sıkıcı olacağını anlamıştım. Kont, Henriette'in ölümü üzerine şiddetli bunalımlar geçirmişti, ama bu korkunç olayı nasıl olsa bekliyordu, düşüncelerinin ardında da ilgisizliğe benzeyen bir kararlılık vardı. Birçok kez farkına varmıştım bunun, sonra Kontes açmaya cesaret edemediğim şu mektubu yere kapanmış bir durumda bana verdiği, bana sevgisinden söz ettiği zaman, bu kuşkulu adam kendisinden beklediğim yıldırım gibi çarpan bakışla bakmamıştı bana. Henriette'in sözlerini, alabildiğine temiz bildiği bilincin aşırı inceliğine vermişti. Bu bencil duygusuzluğu doğaldı. Bu iki varlığın ruhları da pek birleşmemişti bedenleri gibi, duyguları canlandıran şu sürekli bağlantıyı yaşamamışlardı; dertlerini de, zevklerini de geçirmemişlerdi birbirlerine, bütün damarlarımızdan geçtikleri, yüreğimizin en derin köşelerine bağlanmış oldukları, her birini tek tek onaylayan ruhu okşadıkları için, kırıldıkları zaman bizi binlerce yerimizden yaralayan o çok güçlü bağların hiçbiri yoktu aralarında. Madeleine'in düşmanlığı Clochegourde'un kapısını kapatıyordu bana. Bu sert genç kız, annesinin tabutu başında kiniyle uzlaşabilecek durumda değildi, bana kendisinden söz edecek olan Kont'la evin bana yenilmez nefretlerini gösterecek hanımı arasında korkunç rahatsız olacaktım. Bir zamanlar çiçeklerin bile okşayıcı oldukları, merdiven basamaklarının bile güzel şeyler söyledikleri, bütün anılarımın balkonları, kuyu bileziklerini, korkulukları ve setleri, ağaçları ve görünümleri şiirle donattıkları yerde böyle olmak; her şeyin beni sevdiği yerde lanet edilmek: Bu düşünceye katlanamıyordum. Bunun için, daha başlangıçta verdim kararımı. Yazık! İnsan yüreğine erişmiş aşkların en ateşlisinin sonucu buydu demek! Tutumum başkalarına iğrenç görünecekti, ama bilincim bana hak veriyordu. Gençliğin en güzel duyguları, en büyük dramları böyle bitiyor işte. Benim Tours'dan Clochegourde'a gitmek üzere yola çıktığım gibi, hemen hepimiz sabahtan, dünyayı avucumuzda tutarak, yüreğimiz aşka susamış olarak yola çıkarız; sonra, acı deneylerden geçtiğimiz, insanlara, olaylara karıştığımız zaman, farkına bile varmadan, her şey yavaş yavaş küçülür, yığın yığın küller arasında azıcık altın buluruz. İşte yaşam! Olduğu gibi yaşam: büyük savlar, küçük gerçekler. Bütün çiçeklerimi biçen bir vuruştan sonra ne yapacağımı araştırarak, kendi durumum üzerinde uzun uzun düşüncelere daldım. Hırsın dolambaçlı yollarında politikaya ve bilime sarılmaya, kadını yaşamımdan çıkarmaya, soğuk, tutkusuz bir devlet adamı olmaya, sevmiş olduğum aziz kadına bağlı kalmaya karar verdim. Gözlerim dorukları sert duruşlu, gövdeleri tunçtan, yaldız yaldız meşelerin çok güzel nakışlarına takılı kalırken, düşüncelerim göz alabildiğine uzayıp gidiyordu; Hen- riette'in erdeminin bilgisizlik olup olmadığını, ölümünden suçlu olup olmadığımı soruyordum kendi kendime. Pişmanlıklar ortasında çırpınıyordum. En sonunda, tatlı bir güz öğlesinde, gökyüzünün Tours ilinde öylesine güzel olan şu son gülümsemelerinden birinde, isteğine göre ancak ölümünden sonra okumam gereken mektubunu okudum. Siz de izlenimlerimi onu okuyarak düşünün!

Vadideki ZambakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin