1- Dört Yapraklı Yoncayla Gelen Lanet

42.2K 1.4K 302
                                    

Hayatta bazı şeyler sırf öyle olması gerektiği için olurdu ve daha öncesindeki nedenler olay örgüsünün yalnızca sona ulaşması için inşa edilmiş araçlardan başka bir şey değildi. Aksi takdirde yalnızca evde oturduğum sıkıcı bir cumartesinde, beni bekleyen zincirleme kabuslar silsilesinin ilk halkasına tanıklık etmek üzere hiç planda yokken en yakın arkadaşımla sisli bir ormanda kaybolmaya karar verişimizi başka türlü açıklayamıyordum.

"Kahretsin, Violet! Burada gerçekten ne işimiz vardı, hatırlatsana!" Bir yandan herkesin sıcacık evine, loş sinema salonlarına veya tütsü ve bitki çayı kokusuyla sarmalanmış kafelere çekildiği sisli bir eylül akşamında bulacağımızın bile garanti olmadığı dört yapraklı yoncanın peşinden beni ıssız bir ormana sürükleyen en yakın arkadaşıma lanetler okurken diğer yandan elimin kenarına batan dikeni çıkarmaya çalışıyordum.

Violet çiy tanelerinin kristal boncuklar gibi dizildiği dalı üzerinden geçmek için aşağı iterken masum bir sesle kendini savundu, "Şey... Aslına bakarsan boş boş evde oturmaktansa senin için de eğlenceli olacağını düşünmüştüm."

Dalı geçer geçmez bıraktığında havaya saçılan su zerreleri gri hırkamın üzerinde koyu benekler halinde genişlerken, "Ah, cidden çok eğlenceli oldu," dedim sıktığım dişlerimin arasından, kanayan elimi göstererek.

Sırılsıklam olan üstüme bakarken mahcup bir şekilde dudağını dişledi ve boynundaki dört yapraklı yonca kolyesini parmaklarının arasında sıktı. "Abartma, sadece bir çizik. Dönüşte sana şu çok sevdiğin renkli yara bantlarından alırım."

Islandığı için alnıma yapışan saçlarımı geri ittirerek kafamı iki yana salladım. Burada bulunmak yerine teslim tarihi üç hafta sonra olan edebiyat ödevime başlayarak ya da anneme sürekli ertesi gün yapacağımı söyleyerek geçiştirdiğim bahçedeki bitkileri budayarak çok daha verimli bir hafta sonu geçiriyor olabilirdim, buna hiç şüphe yoktu. Ancak onun yerine çoğu cumartesi yaptığı gibi çılgın fikirleriyle kapıma dayanan en yakın arkadaşımı dinlemeye karar vermiştim. Violet bir sürü batıl inançları olan biriydi ve bu, batıl inançları yüzünden başımızın ilk kez belaya girişi değildi. Yeni yıla girmeden önce elli iki adet dört yapraklı yonca toplayabilirse -her hafta için bir tane- o yıl şansın ondan yana olacağına inanıyordu. Henüz eylül ayındaydık ve yılın bitmesine üç buçuk aydan fazla varken geriye kalan sekiz yoncayı bulabilmek için telefonlarımızın doğru düzgün çekmediği ormanlarda kaybolmamız akıl kârı olmadığından emindim.

İlk bir saatin fena geçmediğini inkâr edemezdim, Violet yabani otların arasındaki ilk dört yapraklı yoncayı yakaladığında deli gibi çığlık atarak tepemizdeki kuşları uçurmuş ve çocuklar gibi zıplamıştı. Büyük bir özenle yoncayı makasla kesip -bir şey olur diye riske atamadığı için incecik sapını eliyle koparmıyordu bile- çantasından çıkardığı kahverengi deri kapaklı defterin saman yaprakları arasına yerleştirirken büyük bir savaşı kazanmış kadar mağrur görünüyordu. Eh, bu durumda kaç senelik en yakın arkadaşı olarak bana onun mutluluğunu paylaşmak düşüyordu, bu nedenle en azından giderek yaklaşan gök gürültüsü eşliğinde şiddetli yağmur bastırıncaya kadar hiçbir şey dememiştim.

İki katlı otobüsleri, siyah taksileri ve kırmızı telefon kulübelerinden çok yağmuruyla meşhur olan Londra'da gezintiye çıkarken yanımıza küçük bir şemsiye almayı akıl etmiş olsak da ormanın girişinde arabada bıraktığımız için daha fazla ıslanmamak için alelacele mağaraya benzeyen küçük taş yığınlarının arasına sığınmak zorunda kalmıştık ve ben de üstün yeteneklerimi göstererek mağaranın girişinde yosun tutmuş ve muz kabuğundan hallice zeminde yere kapaklanmıştım. Çok şanslı biri olduğumdan o kadar çimen varken dikenlerin üstüne düşmeyi de ihmal etmemiştim tabii. Yağmur son hız yağmaya ve dalların arasından süzülen şimşekler birbiri ardına bizi kör etmeye devam ederken Violet hâlâ ısrarla beni bunun güzel bir macera olduğuna ikna etmeye çalışıyordu. Çabası karşılığında yalnızca iç çekerek gözlerimi devirdim. "Emin ol bir daha canım sıkılırsa evde oturup film izleyeceğim, Violet," dedim kanayan elimi sağanak yağmurda temizlenmesi için taş sığınağın dışına uzatırken.

Aniden bastıran sağanak, ormandaki çukurları küçük su birikintilerine dönüştürmüş ve beraberinde getirdiği, ağaçların dallarını büken rüzgar ise etrafı birbirine karıştırmıştı. Uzaklardan duyulan gök gürültüsü bunun iyi bir fikir olmadığını bir kez daha yüzümüze vurmak istercesine giderek yaklaşıyordu.

"Çok sıkıcısın, Ash," dedi Violet ve sanki fikrimi değiştirebilecekmiş gibi heyecanla ekledi, "Hem sen hep dizi yırtık siyah kot istediğini söylemiyor muydun? Bir türlü istediğin gibi bir kot bulamadığından ve sağlam kotların da dizlerini kesmeye kıyamadığından yakınıp duruyordun, artık mağaza mağaza gezmene gerek kalmadı, bak." Gözleriyle pantolonumun yırtılan diz kısmını işaret etti; yağmurdan dolayı sırılsıklam olan kotum, kan yüzünden sanki üzerine yapıştırıcı sürülmüş gibi kesiğin üzerine yapışmıştı. Avcuma doldurduğum yağmur suyuyla dizimi ovaladıktan sonra kandan yapış yapış olan elimi temizlenmesi için tekrar yağmurun altına uzattım.

Akla hayale sığmaz fikirleriyle aramızda daha eğlenceli olanın o olduğu su götürmez bir gerçekti, ama acı bir şekilde deneyimlediğimiz maceradan da görüldüğü üzere eğlence ve merak beraberinde her zaman iyi şeyler getirmeyebiliyordu. "Elime dikenlerin geçmesinden, dizimin yarılmasından ve ıssız bir ormanda mahsur kalmaktan iyidir." Elime batan ufak tefek dikenleri çıkarmayı bitirdikten sonra geride kalan çiziklere yüzümü ekşiterek baktım. Violet kesinlikle bana birkaç renkli yara bandından fazlasını borçluydu.

Violet yerinde kaykılıp kucağında duran sırt çantasını sanki içinde Cullinan elması varmışçasına sıkı sıkı karnına bastırdı. "Peki, tamam anlıyorum, haklısın. Ama bir de şöyle düşün, ya birlikte bulduğumuz her dört yapraklı yonca yıl boyunca senin için de şans getire-" Cümlesini aniden yarıda kesip gözlerini yandaki bir noktaya dikti. "Bu da ne?" diye sordu elini uzatıp taşların altında duran tozlu kutuyu işaret ederek. Nemden çürümeye yüz tutmuş gibi görünen eski püskü kutu, sanki yüzyıllardır kimse el sürmemişçesine yosun tutmuş taşların arasına sıkışıp kalmıştı.

"Nereden bilebilirim," dedim bıkkınlıkla, "kutu işte." Omuz silkip rüzgarla içeri savrulan yağmur damlalarından kaçınmak için bacaklarımı iyice kendime çekerek kaya yığınlarının üzerine oturdum. Bacağımı kendime daha çok çekince dizimin sızlaması üzerine yüzümü buruşturdum.

Şu an hiçbir şekilde gözüme temiz bir pantolon ya da kuru bir çift çorap kadar dahi çekici görünmeyen kutu karşısında ben ne kadar kayıtsızsam Violet da benim aksime merakı iyice kamçılanmış gibi sabırsız ve şüpheci görünüyordu. Hızlıca taşları kaldırarak kutuyu çıkardı. Aceleyle açmaya çalıştı, fakat kutunun yerinden bile kıpırdamayan kapağından açıkça görüldüğü üzere kilitliydi.

"Dikkatli ol," diye uyardım Violet kutuyu evirip çevirmeye devam ederken. "Kilit yeri paslı görünüyor, topladığın onca dört yapraklı yoncanın şans yerine sana yeni yıla bile giremeden tetanoz yüzünden acılı bir ölüm getirmesini istemezsin herhalde."

Dediklerim üzerine durup birkaç saniye düşünür gibi oldu. "Tam emin değilim, ama en son aşımın üzerinden o kadar da geçmiş olamaz."

"Bırak şunu, kim bilir kaçıncı yüzyıldan kalma. İçinde dinozor kemikleri bile olabilir," dedim dalga geçerek. Kutu pek de küçük sayılmazdı ve gerçekten öyle eski görünüyordu ki içinden irili ufaklı birkaç dinozor kemiği çıkması belki de hiç şaşırtıcı olmazdı. Ayrıca neden bilmiyorum ancak terk edilmiş ve gizemli çoğu şey gibi biraz korkutucuydu ve garip bir şekilde insanın tüylerini ürpertiyordu -tamam belki haddinden fazla korkutucuydu. Gerçi bu hisse neden olan şey giderek kararmakta olan sisli hava ve içinde bulunduğumuz taş yığınından bozma ürpertici mağara da olabilirdi. Sonuç olarak tek istediğim bir an önce kendimi sıcak yatağımın üzerine atıp yorganı kafama çekmekken gerçekten ilgimi çekmiyordu.

İşin doğrusu, Violet'ın küçük şeyleri nasıl bu kadar büyük olaylara dönüştürmeyi başardığını hep merak etmiştim zaten, bir şekilde onun uzmanlık alanı gibiydi. Tam o anda sanki aklımı okumuş gibi gözlerini devirerek bana baktı. "İşte tam da bu yüzden bu kutuyu yanımızda götürüyoruz."

"Götürüyorsun," dedim onu düzelterek. "Çünkü gerçekten bu korkutucu şeyin içinde ne olduğunu hiç merak etmiyorum."

***

Ve bu tam olarak lanetin başlangıcıydı.

KARANLIK LANETWhere stories live. Discover now