XI

314 9 4
                                    


XI


Yepançinler ancak üçüncü gün yumuşadı. Gerçi her zaman olduğu gibi birçok konuda prens kendini suçlu buluyordu ve cezalandırılmayı da içtenlikle bekliyordu, ama yine de baştan beri Lizaveta Prokofyevna'nın ona ciddi olarak kızamayacağı, aslında daha çok kendi kendine kızdığı inancı vardı içinde. Bu nedenle küskünlüğün böylesine uzun sürmesi üçüncü günde prensi karamsar bir çıkmaza sokmuştu. Bunun başka nedenleri de vardı. Ama bu nedenlerden biri önemliydi. Bu önemli neden prensin kuşkularında üç gün süresince giderek güçlenmişti. (Aslında prens iki aşırılığı yüzünden bir süredir kendini suçluyordu: Bunlardan biri aşırı "anlamsız ve bıkkınlık veren" saflığı, öteki ise "içini karartan, aşağılık" kuşkuculuğuydu.) Sözün kısası, Yevgeniy Pavloviç'le kupa arabasından konuşan ilginç kadın olayı üçüncü günün sonunda korkutucu ve gizemli boyutlara ulaşmıştı. Olayın öteki yönleri bir yana, bu gizemin özünde prensin içini sızlatan, ona acı veren bir şey vardı: "Bu korkunç" olayın suçlusu prens miydi, yoksa yalnızca... Ama suçlunun bir başkası olabileceği fikrini tamamlayamıyordu. N. F. B. harflerine gelince, prensin düşüncesine göre yalnızca çocukça bir şakaydı, öyle ki üzerinde durmaya bile değmezdi, aslında yakışık bile almazdı.

Bununla birlikte, prens başlıca "nedeninin" kendisi olduğu o çirkin "olaydan" ve karışıklıktan sonra, ertesi sabah Prens Ş. ile Adelaida'yı konuk etme mutluluğuna ermişti. Birlikte dolaşmaya çıkmışken, "aslında onun sağlık durumunu merak ettikleri için" uğramışlardı. Parkta dolaşırlarken Adelaida dallı budaklı, gövdesinde kovukları, çatlakları olan, yeni yeni yeşermiş kocaman, harika bir ağaç görmüş, o ağacın resmini yapmaya karar vermişti! Ziyaretleri süresince de neredeyse hep bu ağacı anlatmıştı Adelaida. Prens Ş. her zaman olduğu gibi pek candan, sevimliydi. Geçmişi andı, ilk tanıştıkları günlerin olaylarından söz ettiler. Öyle ki bir önceki akşamdan tek sözcük geçmedi aralarında. Sonunda dayanamadı Adelaida, gülümseyerek, incognito uğradıklarını itiraf etti. Incognito lafından anne babanın (yani daha çok Lizaveta Prokofyevna'nın) neşesinin yerinde olmadığı anlaşılsa da, itiraf bu kadarla kalmıştı. Adelaida ile Prens Ş., ziyaretleri sırasında Lizaveta Prokofyevna'dan da, Aglaya'dan da, hatta İvan Fyodoroviç'ten de tek sözcükle olsun söz etmemişlerdi. Gezintilerine devam etmek için çıkarken birlikte dolaşmak için davet de etmemişlerdi prensi. Eve çağırmaktan ise ima yollu bile söz etmemişlerdi. Bu konuda Adelaida çok ilginç bir de cümle kaçırdı ağzından: Suluboya bir çalışmasından söz ederken birden tablosunu prense gösterebilmeyi çok istediğini söylemiş, şöyle demişti: "Bir an önce nasıl gösterebilirim onu size? Bir dakika! Belki de bugün Kolya ile gönderirim, uğrarsa elbette... ya da yarın prensle yürüyüşe çıktığımızda ben getiririm." Sorunu böyle herkes için en uygun bir biçimde ustaca çözdüğüne karar verdiği için sevinmişti.

Sonunda tam vedalaşırlarken Prens Ş. birden hatırlamış gibi sordu:

— Ah, sahi sevgili Lev Nikolayeviç, dün akşam kupa arabasından Yevgeniy Pavloviç'e seslenen o hanımefendinin kim olduğunu siz de mi bilmiyorsunuz?

Prens,

— Nastasya Filippovna idi, dedi. Hâlâ öğrenemediniz mi kim olduğunu? Ama yanındaki kimdi, bilmiyorum.

— Ha tanıyorum, adını duymuştum, dedi Prens Ş.. Peki ama, o bağırması neydi öyle? Ne yalan söyleyeyim, bağırmasına bir anlam veremedim... Benim için de, herkes için de anlaşılmaz bir şeydi...

Prens Ş. gözle görülür, olağanüstü bir şaşkınlık içindeydi.

Prens çok sakin bir tavırla cevap verdi:

BudalaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin