Üçüncü Bölüm: I

320 12 1
                                    


Üçüncü Bölüm: I


Bizde hep, uygulayıcı insanlarımızın olmadığından yakınılır. Sözgelimi politikacılarımızın, generallerimizin, her çeşidinden yöneticimizin istemediğimiz kadar çok olduğunu, ama uygulayıcı, pratik insanımızın olmadığını söylerler. En azından herkes yakınır durur. Hatta kimi demiryollarında doğru dürüst bir yönetimin olmadığını, herhangi bir denizcilik işletmeciliğinde iyi bir yönetimin sağlanamadığını da söylerler. Kâh yeni açılmış bir demiryolunda iki trenin çarpıştığını veya köprüden bir katarın uçtuğunu duyarsınız, kâh bir trenin kara saplanıp kaldığını, neredeyse kışı orada geçireceğini yazar gazeteler: Tren birkaç saat yol aldıktan sonra kara saplanmış, beş gündür orada beklemektedir. Öte yandan, bir yerde binlerce ton malın iki üç aydır nakledilmeyi beklediğini, çürümekte olduğunu duyarsınız. Oysa anlatılanlara bakılırsa (inanmak bile zor ama), oradaki yönetici veya görevli bir memur, mallarının gönderilmesini ısrarla isteyen bir tüccar kâtibinin suratının ortasına bir yumruk indirmiş ve bu yaptığını da "birden tepem attı" diye açıklamıştır. Öylesine çok devlet dairemiz var ki, düşününce dehşete kapılıyor insan. Her biri hizmet üretti, üretiyor ve gelecekte de üretmeye kesin kararlı... Öyleyken, nasıl oluyor da bir denizyolları şirketinde doğru dürüst bir yönetim kadrosu kurulamıyor?

Bu soruya bazen son derece basit bir cevap veriyorlar (öylesine basit ki, bu açıklamaya inanası gelmiyor insanın). Evet, söylenenlere göre bizde herkes devlete ya daha önce hizmet etmiştir ya da şimdi ediyordur ve dedelerimizin dedeleri zamanından bu yana, iki yüz yıldan beri bu en güzel Alman sistemiyle devam etmektedir. Ne var ki hizmet eden insanlarımız pratik olmaktan son derece uzaktır; hatta öyle bir hale geldik ki, soyut düşünme yeteneğinin ve pratik zekânın eksikliği memurlar arasında son zamanlarda en üst düzeyde erdem ve üstün özellik olarak görülmeye başlamıştır. Ama memurlara fazla takıldık, asıl pratik insanlardan söz etmek istiyorduk. Hiç kuşku yok ki, kendine güvensizlik ve inisiyatif eksikliği bizde her zaman uygulayıcı insanın en üstün özelliği sayılmıştır, şimdi bile öyledir bu. Peki ama, neden yalnızca kendimizi suçlayalım (bu düşünce bir suçlama sayılabilirse kuşkusuz)? Yeterince özgün olmamak yüzyıllardan beri dünyanın her yerinde iş bilir, pratik insanın en önemli özelliği sayılır ve insanların en azından yüzde doksan dokuzu (en azındandır bu) her zaman öyle düşünmüştür, ancak yüzde biri olaya başka türlü bakmıştır ve bakmaktadır.

Mucitlere, dâhilere kendi alanlarında çalışmalarının başlangıcında (çoğu zaman sonunda da) toplum içinde aptal gözüyle bakılır. Son derece olağan, alışılmış bir durumdur bu. Sözgelimi, onlarca yıl herkes parasını sandığa yatırmıştır, yüzde dört faizle milyonlarca ruble birikmiştir sandıkta, ama sonunda sandık ortadan kalkmış, herkes ne yapacağına kendi karar vermek zorunda kalmıştır; sonunda bu milyonlar, bir heyecanla hisse senetlerinde, dolandırıcıların elinde yok olup gidecektir. Hatta yakışanı, ahlaki olanı da budur. Özellikle de ahlaki olanı... Ahlaki açıdan kendine güvensizlik ve özgünlük yetersizliği, şimdiye kadar toplumda yerleşmiş genel kanıya göre, iş bilir, saygın insanın en temel özelliğiyse, bunun öyle çabucak değişmesi de doğru değil, hatta yakışıksızdır. Sözgelimi, çocuğunun üzerinde titreyen hangi anne, oğlu veya kızı yoldan çıkıyorken korkuya kapılmaz, yüreği titremez? Her anne bebeğinin beşiğini sallarken şöyle düşünür: "Mutlu olsun, bolluk içinde yaşasın, herkesin gittiği yoldan gitsin, yeter..." Oysa bizim dadılarımız beşik sallarken yüzyıllardır aynı ninniyi söylerler: "Uyuyup da büyüsün, sırmalı giysiler içinde bir general olsun!" Dadılarımıza göre generallik Rus insanının mutluluğunun doruk noktasıdır, yani sakin, tatlı bir hayatın en bilinen ulusal idealidir. Gerçekten de, şöyle böyle de olsa, devlet memurluğu sınavını kazanıp otuz beş yıl görev yapan kim generallik derecesine yükselmez, sandıkta belli bir paraya sahip olmaz ki bizde? Anlayacağınız, bu yolla her Rus kendini hemen hiç zorlamadan, sonunda iş bilir, pratik bir kişi olabilir. Aslına bakarsanız, bizde yalnızca sıra dışı insanlarla kabına sığmayan, atak insanlar devlet hizmetinde generallik rütbesine erişemezler. Belki de bir çelişki söz konusudur burada, ama genel olarak söyleyecek olursak olağandır da; görünüşte toplumumuz kendi ideal pratik insanını belirlerken tam anlamıyla hakça davranmaktadır. Gelgelelim, bu arada gereksiz konulara girdik. Aslında bizim Yepançin ailesiyle ilgili açıklayıcı birkaç sözcük söylemek istemiştik. Bu insanlar, daha doğrusu ailenin en azından aklı başında üyeleri, ailenin neredeyse ortak (ama onların yukarıda sözünü ettiğimiz erdemlerine doğrudan ters düşen) bir özelliği nedeniyle sürekli acı çekiyorlardı. Gerçeği tam olarak anlayamadan (anlamak zordu bunu çünkü) bazen ailede işlerin diğer ailelerden farklı yürüdüğünü düşünüyorlardı. Öteki ailelerde pürüzsüz bir yaşam varken onlarınkinde pürüzler vardı. Her ailede hayat raylar üzerine kayarak ilerlerken, onlarınki ikide bir çıkıyordu raydan. Her ailenin ahlaki kaygıları vardı, onların yoktu. Tamam, Lizaveta Prokofyevna belki fazlasıyla kaygılanıyordu bu konuda, ama onunki soyluların duyduğu türden bir kaygı değildi. Bununla birlikte, belki de yalnızca Lizaveta Prokofyevna'ydı ailede bu kaygıyı duyan: Gerçi kızlar gayet basiretli ve şakacıydılar, ama henüz çok gençtiler. General ise basiretli olmakla birlikte (bir parça da dar kafalıydı), zor durumlarla karşılaştığında yalnızca "Hım!" der ve sonunda her şeyi yine Lizaveta Prokofyevna'ya bırakırdı. Yani bütün sorumluluk Lizaveta Prokofyevna'nın üzerindeydi. Öte yandan, örneğin, birtakım bireysel inisiyatifler yönünden diğerlerinden ayrılan veya bilinçli olarak sıra dışı olma hevesiyle (yakışık almaz bir şey olurdu bu) raydan çıkan bir aile değildiler. Yo, hayır! Gerçekte öyle bir şey yoktu, yani üyelerinin bilinçli olarak belirledikleri bir amaçları bulunmuyordu; ne var ki son derece saygın bir aile olan Yepançin ailesi saygın bütün ailelerin genellikle olduğundan farklı görünür olmuştu sonunda. Son zamanlarda Lizaveta Prokofyevna her şeyde yalnızca kendini ve "kötü" kişilik yapısını suçlu görmeye başlamış, bu yüzden de çektiği acılar daha çok artmıştı. Kendisi için durmadan "aptal, kaba, tuhaf kadın" diyor, kuruntular içinde kıvranıyor, son derece olağan bir sorunun içinden çıkamayınca sonucun çok kötü olacağından kuşkulanarak acılar çekiyordu.

BudalaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin