-0-

10K 405 240
                                    

Ruh.

Zihnimde tamamıyla bedenden bağımsız bir şeffaflığı karşılarken sadece yarım saat öncesinde hayallerimin çok ötesine yerleşmiş varlığın vücudun keşfedilen yahut keşfedilmeyen bölgeleriyle ilişki içerisinde olduğunu anladığım, yabancı ve tanıdık madde.

Etrafıma bakındığım ve  kendimi kenarına iliştirdiğim ambiyansın detaylarını fark edilir duruma getirdiğim vakit, beynimin neden ruhla alakalı tanım ve belirsiz şekilleri önüme sunduğunu anlayabiliyordum; hastanenin ücra köşelerinden birinde, parmaklarım tarafından sarılan, içi tatsız kahveyle dolu karton bardak, çıkmış vidaları popomu acıtan bok rengi ahşap bank, yaprakları titreşen birkaç cılız ağaç, rüzgarın hışırtısı... Sahnenin tamamlayacığını engelleyenin ise boynumda sallanan steteskop olduğunu varsayıyorum çünkü yıllarını insanların sağlıklı yaşam sürebilmesi adına harcamış bir adamın sigaradan uzak duruşunu herkes anlamlandırabilir. Gerçi naif kişiliğim şu an tabularını yıkarak hastanede tedavi gören yakınlarını beklerken ciğerlerini bir parça tütünle ödüllendirmiş şahıslardan sigara dilenme arzusu ile yanıp tutuşuyor. Dahası karnımda - hatta kasıklarımda-baş gösteren isimsiz ağrının etkileri ameliyathanede uzanıp yüksek miktarda narkoz alma isteğimi de perçinlemiyor değil.

Sıkıntıyla iç çekerken geriye düşen başımla birlikle alnıma düşen saçlarım savrulurken, boyunu tahmin edemeyeceğim lakin çıkardığı seslerden sekiz santimetrenin üstünde olduğuna kalıbını basacağım topuklu ayakkabının yere bıraktığı dokunuşlar hemen yamacımda sonlandığında birbirine bastırdığım dudaklarımı aralayarak aralarından oksijenin süzülmesine izin verdim. Şişen göğsüm eski halini almadan evvel adım kulaklarımı nazikçe okşamıştı. "Jongin." dedi inlemelerine, bağırışlarına, arzusuna aşinalık kazandığım tını bu sefer bıkkınlığı üstlenerek. "Seni arıyordum."

Hala parmaklarımın himayesinden kurtulamamış karton bardağın beyaz yüzeyine tırnaklarımı sürtme işine devam ettim. "Buldun." şeklinde dudaklarımı yalayan fısıltımsa bardaktan çıkan garip seslerin arasına öylece katıldı. Beynim, zihnim, bedenim bulunmayı bekliyormuşçasına aniden ördüğü duvarların temiz boyasını yakıcı ziftlerle kirletmeye koyulunca, kokusunun alınmayacağını düşünerek boğazımda biriktirdiğim acı tadı topuklu ayakkabıların üzerine şiddetle kustum. "Sabahtan beri acile getirilen beş hasta - hastam - öldü. Onları kurtaramadım Hei. Kulağa ne kadar kötü geliyor... "

"Öyle." diyerek onay aldım sadece Hei'den. Ütülü önlüğüne zarar vermemeyi umarak bankın kenarına kalçasını kondurdu çok geçmeden. Koyu sıvının elime dökülmesini önemsemeksizin büzüştürdüğüm karton bardağı ileri doğru fırlatıp boyası akmış saçlarımı anne edasıyla okşadı.

Burnumu çektim.

"Aşkım, görevini yaparken hassasiyetinden sıyrılma hususunda anlaştığımızı düşünmüştüm." Saçımda gezinen parmakları yüzüme doğru indi ve nemli yanaklarımı okşadı bu kez. Çeneme uyguladığı baskı ona bakmam için zorluyordu resmen beni. Gözlerim, gözlerine değince hafiften ürperdim çünkü orada kararlı bir kadının imareleri dolanıyordu." Kocamı böyle güçsüz görmeye dayanamıyorum." Elbette bu güç timsallerini benim hayatıma da iğnelenemekle uğraşacaktı. Hadi ama biz evliydik, kim yatağına girdiği adamın bebek misali zırlamasını onaylardı ki?

Burada, kendi içimde, konu yine 'ruh' meselesine yöneliyordu. Kaleminden ayrıldı mı değersiz kılınan kağıt misali, vücudumuzu terk edince bizleri et parçasına çeviren maddeden bahsediyorum. Onu doğru şekilde beslemez, doyurmaz isek nasıl bizi öylece bırakıp gittiğinde ardından güzel dualar okuyabiliriz ki? Tanrım, ruhumu Hei'nin hırsına buluyorum. Beni affet. Öldüğüm gün ruhumun parıltısı ile kutsanmayı diliyorum.

Incompetent - Sekai [Mpreg] Where stories live. Discover now