59

464 43 43
                                    

" O bana ilk kar yağana kadar dayanacağım demişti. Gitmemiz gerek. Yetişmem gerek. Yanında olmalıyım. Onu kurtarmalıyım. Ölmesine izin veremem. " dedim. Ellerim titrerken.



Şakaklarımdan süzüldü bir damla. Gözümden akan yaşa karıştı, bir oldular. Bir okyanusa dönüştüler. Vücudumdan akıp, düştüler yere.

Zaman sanki durmuştu. Ya da bu sadece benim gözümde böyleydi. Yer sarsılıyordu. Ayaklarım sanki parçalara ayıracakmış gibi yere basıyordu.

Üstümdeki bakışlar önemli değildi, ellerimden annem kayıp giderken.

Girdiğim bu küçük çıkmaz yok oldu. Hızlandı her şey. Gökyüzünden akan kar hızlandı. Koşuşum, nefes alış verişim. Wook'un kolumdan beni çekmesi... Her şey eski haline döndü. Bir anlığına duran zaman yine akmaya başladı.

Ellerim sanki tüm acım onu sıkınca bitip gidecekmiş gibi kıyafetimin üzerindeydi.

Çalışanlar, başları yere eğik, sadece yok oluşa gidişimizi gözlüyorlardı. Hepsi biliyordu, bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Azrail çoktan ayak basmıştı. Kim durdurabilirdi? Kim karşı çıkabilirdi? Kim yakasından tutup onu itebilirdi? Ölüm kapıyı çalmıştı. Beklenilen an gelmişti. Durdurulamazdı.

Merdivenleri bir bir tırmandık, ayağım takılsa da Wook beni hızla çekti. Kapıyı kırarcasına açtı.

Tüm gözler bize döndü. Kabullenmiş gölgeler, geri çekildiler. Onun yüzü gözüktü. Bu nahoş karanlıkta parlayan, soluk beyaz yüzü, kederli bir gülümseme ile gerilmişti.

Ayaklarımız bizden habersiz ona gitti. Bir baş ucuna ben, bir baş ucuna onun sevdiği adam oturdu. Sona eren bir insan başka ne isterdi, sevdiklerinden başka?

Derisi kemiklerine yapışmış olan, zayıf elleri yanağımda yer aldı. Okşadı, yavrusuna veda eden bir anne edasıyla. Kuru elleri sildi, gözlerimdeki okyanusu. Ama ne okyanus durdu, ne de üzüntü. Başı bu sefer ona döndü. Yorgun gözleri, kapanmaya karşı çıkıyordu. Tuttu sevdiğinin ellerini son kez.

Boğazını temizledi, son gücünü harcadı. Seslendi onlara son kez.

" Soo, bana verdiğin sözü hatırlıyor musun?" dedi. Başımı salladım.

" Sözümü tutacağım. " dedim.

Yeni açılan bir yumru gibi gülümsedi. Hangi insan gülümseyerek karşılardı ölümü? Acısının son bulacağını bilen bir göçebe elbette.

" Ben gittiğimde siz ikiniz birbirinize arka çıkacaksınız. Keder içinde kalacaksınız. Kalbiniz acıyacak. Söküp atmak isteyeceksiniz ama yapamayacaksınız. Ne olursa olsun, yeniden ayağa kalkacaksınız. Ölümünüze kadar sıkı çalışacaksınız. Ve en önemlisi de benim yerimi siz kendiniz birbirinize karşı dolduracaksınız. " dediğinde hıçkırıklarım odada yankılandı.

" Hayır, hayır sen yaşayacaksın. Seni yaşatacağım. Böyle konuşma. Her şeyi yaparım. Birlikte, ünlü hekimlerin yanına gideriz. Bir yolunu buluruz. " dedim. Gözleri bana döndü.

" Biz her şeyi denedik Soo, kendine itiraf edemesen de sende biliyorsun, bunun bir tedavisi yok. Ve artık çok geç. Sana kabullenmen için çok zaman verdim Soo. Buna alışman için çok zaman verdim. " dedi. Sonra gözleri açık olan kapıdan dışarı kaydı. Dudaklarından o sözler döküldü. Unutulmayacak olan sözler...

" Ne güzeldir, ölüme ermek bu gün.
Beyazlığın içinde yok olmak...
Acı çekse de insan vazgeçmek ne zordur hayattan...
Ama bugün bir mucizedir, yeniden varoluşa gitmek için...
Sevdiklerinin yanında ölümü kucaklamak ne büyük bir korkuymuş..." sonra gözleri doldu.

" Hissediyorum. Ölüm beni bu ıztıraptan kurtarmak için geldi. " dedi. Derin bir nefes aldı. Bu onun aldığı son nefes oldu.

Bekledim, onun için bekledim. Ne kadar bekledim bilmiyorum. Wook'un haykırışlarını duyuyordum. Ama tepki veremiyordum. O alacaktı, o nefesi. Gözlerini açıp bana gülümseyecekti. Sımsıkı saracaktı. Annemdi o benim. Anneler çocukları için her şeyi yapardı. O da uyanacaktı işte. Benim için uyanacaktı.

Soğuyan elleri, ellerimin arasından kayıp gitmesin diye sıkıca tutmuştum. Gözlerim bir an olsun yüzünden ayrılmıyordu. Kapalı olan gözlerini izliyordum. Sonra bir el hissettim omzumda. Dönüp de bakmadım. Onun elleri benim omzumda olmalıydı. Başkasınınkini istemiyordum.

" Soo hadi. " dedi Wook. Ona döndüm. Gözleri kızarmıştı. Gözyaşlarının bıraktığı o yakıcı izler hala yüzündeydi. Niye ağlıyordu ki? O yaşıyordu, sadece dinlenmek için uykuya dalmıştı.

" Neden ağlıyorsun?" dedim. Gözleri acıyla baktı bana.

" O öldü Soo. " dedi. Gözlerim dolarken güldüm.

" O sadece uyuyor Wook. Bu kadar abartma." dedim. Kaşları çatıldı.

" Üç saattir onun başında bekliyorsun Soo. Gitti o. " dedi dudakları titrerken. Kaşlarım çatıldı.

" Yalan söylüyorsun, sadece birkaç saniye geçti. " dedim. Bu anda gözlerim onun arkasına takıldı. Herkes oradaydı. Tüm prensler ve kral. Hepsinin gözleri kızarıktı. Baek Ah, Won' dan destek alıyordu. Odanın etrafında nedimeler vardı.

" Neden bu kadar kalabalık? Onu uyandıracaksınız. " dedim. Nedimeler üzüntü ile birbirlerine baktılar. Wook kolumdan tuttu ve beni kaldırdı.

" O nefes almıyor. Göremiyor musun?" dediğinde gözlerim ona kaydı. Teni morarmaya başlamıştı. Bekledim. Sessizliğin içinde, nefes sesini duymayı bekledim. Ama olmadı. Nefes alış verişim hızlandı. Yere çöktüm. Elini tuttum. İlk başta sessiz olan hıçkırıklarım haykırışa dönüştü.

" Hayır, hayır. Beni bırakamazsın. Anne... Kızını bırakamazsın. Sen benim annemsin, ablamsın. Bırakma beni. Herkes gibi sende gitme. " dedim. Tepki vermedi. Gözlerimden yaşlar süzüldü. Avcuna düştü. Ellerinden akıp gitti. Başım yatağına çöktü. Elini sıktım. Yorganı parçalamak istedim. Uyanmıyordu. Uyanmayacaktı.

" Uyan. Uyan. Uyan. Uyan dedim sana!" diye bağırdım. Birkaç el kollarımı tuttu. Onların ellerinden kurtuldum. Saçlarımı karmaşladım. Taradığı saçlarımı sıktım, çektim. Çekip koparmak istedim. Eller buna engel oldu. Bırakmadılar. Karşı çıksamda bedenimi onun yanından kaldırdılar.

" Bırakın beni! Sizi öldürürüm! Bırakın!" diye çığlık attım. Ayaklarım havaya belli belirsiz tekmeler savuruyordu. Tek tük başka bedenlere değdiğini hissediyordum. En sonunda beni bıraktıklarında yere düştüm. Canımın acısı ile inledim. Vazgeçmedim. Burnumu çekip ona koştum. Elini tuttuğum anda biri arkamdan bana sarıldı. Elim onun elinden çekildi. Beni tutan kimse tırnaklarını kollarına batırdım. Bırakması için çırpınsam da çok güçlüydü. Her çırpınışımda beni daha sıkı kavrıyordu.

" Bırak beni! Bırak! Bırak!" diye çığlık atsam da etkili olmadı. Zamanla yoruldum. Çırpınışlarım, haykırışlarım aksamaya, sesim kısılmaya başladı. Nedimeler, onun bedeninin yanına ilerledi.

Ruhu çoktan gitmiş olan bedenin üstünü örttüler.

Yeniden çırpınmaya, emirler vermeye başladım. Ama kimse beni dinlemedi. Kimse beni duymadı.

" Dokunmayın ona! Neden örtüyorsunuz yüzünü? Bizi nasıl görecek? Açın onu!" dedim. Yeniden güç bulan bedenim zincirlerinden kurtulmaya çalışırken.

" Sakin ol Soo. Sakin ol. " dedi o ses. Çırpınışlarım yavaşladı. Sonra durdum. Midemin bulandığını hissettim, gözlerimin önünü bir beyazlık kapatıp, sonra geri çekiliyordu. Son kez baktım ona, ayaklarımın bağı çözüldü. Yere doğru çekildim. Ama beni tutan kollar bunu durdurdu. Beni kucağına aldı. Gözlerim kapanmadan önce onun sert çehreli yüzüne baktım.

" Onu buradan götür Yo. " dedi kral güçlü çıkan sesiyle. Gözlerim yorgunluk içinde kapandı. Onun aksine ben gökyüzüne ulaşamadım. Bu dünyaya hapsolmuş diğer ruhlar gibi kaldım sadece.

Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın.



SterliçyaWo Geschichten leben. Entdecke jetzt