《26》

9K 514 48
                                    

Gaza daha da yüklendiğimde içimin daralmasına engel olamıyordum. Mevsim'in yanına gidiyordum ama ışık hızıyla bile gitsem yanına yavaş ulaşmışım gibi hissedecektim, biliyordum.

Neden bu kadar endişelenmiştim ki?

Düşmanım değil miydi o? Kendi aramızda saçma sapan bir oyun oynamıyor muyduk, sürekli ondan nefret ettiğimi dile getirmiyor muydum?

Ne olmuştu şimdi? Ne değişmişti? Neden damarlarında kan yerine kötülük aktığını düşündüğüm kıza bir şey olacak düşüncesiyle hızlıca çarpıyordu kalbim?

Hayatımda ilk kez bu kadar büyük çelişkiler yaşıyordum. İkiye bölünmüş gibi hissediyordum. Bir tarafımın sorduğu soruya, diğer tarafım cevap veremiyordu. Allah aşkına, ne oluyordu?

Hiçbir soruya cevap veremeyeceğimi iyice anladığımda arabayı geldiğim kayalığın önüne çekip derin bir nefes verip hızlıca arabadan indim.

Kayalıklarda oturan ve benim bedenimle karşılaştırıldığında oldukça minik gözüken bir beden gördüğümde o tarafa doğru ilerledim hızlı adımlarla.

Aramızdaki mesafe bir iki metreye indiğinde adımlarımı yavaşlattım. Gecenin ürpertici sessizliğini trajikomik bir şekilde bozan burun çekme sesleri kulağıma dolduğunda derin bir nefes alıp ağzımı açtım.

"Mevsim?"

Mevsim konuşmamla irkilip başını yavaşça bana çevirdiğinde ay ışığı yüzünün bir kısmını aydınlatıyordu, kahverengi gözleri üzerimdeyken gülümsediğinde iyi mi diye bedenini tarayan gözlerim gülümseyişinde takılı kaldı uzun bir süre.

Bu kadar masum gözükürken nasıl bu kadar kötü olabilirdi?

İçimde iyi olduğunu görmemle büyük bir rahatlık oluşurken üzerindeki ince, siyah hırkaya baktım. İçimde anlamlandıramadığım duygular baş gösterirken ani bir kararla üzerimdeki siyah montu çıkarıp omzuna koydum. Pek de belli olmayacak bir şekilde irkildikten sonra dünyanın bütün yükü üzerlerine binmiş gibi çöken omuzlarının üzerine koyduğum monta baktı gözlerini kırpıştırarak.

"Olmaz." diye mırıldandığında yavaşça yanına çömelip kaşlarımı çattım ne dediğini anlayabilmek için.

Omuzlarının üzerinde duran montumu hızlıca üzerinden aldı ve ürperdiğini belli etmemeye çalışarak tekrar bana uzattı.

"Üşürsün."

Gözlerime bakmadan mırıldandığında gözlerimi kırpıştırdım şokla. Okulda hiç kimsenin kalbini kırmaktan çekinmeyen o kız, şu an üşüyeceğim diye montumu almıyordu.

Bir şey anladıysam Arap olayım, derlerdi ya... O durumdaydım şu an.

"Üşümem ben. Giy sen montumu."

İtiraz edip montumu nazik bir hareketle elinden alıp tekrar omuzlarına koyduğumda bu sefer bir şey demeden arkasına, benim de her geldiğim zaman sırtımı yaslayarak denizi seyrettiğim kayaya, yaslandı. Derin bir nefes alıp yere uzattığı ve anaokuluna giden çocukların yaptığı gibi salladığı ayaklarına baktı. Ardından kahveleri kahvelerime çıktı.

"Gelmeseydin keşke. Bak, hava soğuk. Hem uykundan uyandın. Uykusuz kalacaksın."

Gözlerimdeki gözleri ağlamasının verdiği mahmurlukla kapanırken konuştuğunda aklıma mesajlaşmalarımız geldi.

İyiyim.

"Beni düşünmeyi bırak, Mevsim. Sen iyi misin? Kim sana bir şey yaptı? Kiminle lavga ettin?

Ellerimi iyi olduğundan emin olmak istercesine kollarına koyarak konuştuğumda cevap vermedi.

"Mevsim, cevap verir misin?"

Kollarındaki ellerimi canını acıtmayacağına emin olduğum bir şekilde sıkarak sorumu yinelediğimde "Herkes benim kötü bir kız olduğumu düşünüyor." diyerek konuyu başka bir yana çekti. Yıkılmış olmasına rağmen bu kadar zeki olmasına gülümserdim, Mevsim'i bu kadar yıkabilecek bir kavganın olduğunu bilmeseydim...

"Ben onları kızdıran şeylerin hiçbirini isteyerek yapmadım ki..."

Doğru söylediğini belli eder bir şekilde mırıldandığında alt dudağımı ısırıp kimsenin olmadığı çevrede gezdirdim bakışlarımı.

"Nedense doğru söylediğine inanamıyorum, Mevsim." dedim kavga konusuna dönerek. "O yüzden tekrar soruyorum. Ne oldu?"

Yavaşça araladı kahvelerini. Gözlerimde oluşan alevi gördüğünde hızla kaçırdı gözlerini.

"Babamla tartıştık."

Duymamdan korkarcasına mırıldandığında dudağının kenarındaki hafif yara gözüme çarptı, tek kaşımı kaldırdım ve son sakinliğimle sordum.

"Sana vurdu mu?"

Gözlerini çevremde, arkamda gözüken denizde gezdirirken gözlerimiz kesiştiğinde hızlıca başka bir yere kaçırdı gözlerini.

Sorumu yineledim, neredeyse her kelimenin üstüne basa basa.

"Sana vurdu mu, Mevsim?"

Gözlerini asla gözlerime değdirmezken başını yavaşça onaylar anlamda salladığında içimde bir volkanın patladığını hissettim. Sakin olamamam normal miydi?

Mevsim'in titremesi gözle görülür bir şekilde arttığında burda durmanın gereksiz olduğunu anlayıp ayağa kalktım. Uyumak üzere olan Mevsim'in hafif bedenini kucağıma aldığımda kazağımı belli belirsiz kavradı.

Yaklaşık yüz metre ileride duran arabaya doğru ilerlerken içimden bir ses bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını haykırıyordu.

Umursamadım o sesi.

Bu umursamazlığın en büyük vicdan azabım olacağını, şu an ağlatmak için çaba gösterdiğim kızın gözyaşlarını sileceğimi, yanaklarının ıslanmasına sebep olduğum için kendimden nefret edeceğimi bilemezdim.

Ben; bu Türk kahvesi gözlü kıza sakladıklarını öğrendikten sonra vicdan azabından kıvranmama neden olacak kadar aşık olacağımı, tahmin dahi edemezdim.

İyi Kötü | TextingWhere stories live. Discover now