dizleri yaralı ve avuç içleri kanıyor: 7

1.9K 179 108
                                    

Jongin, boyunlukla kantinde oturan kıza gözünü öyle bir dikmişti ki, Tao onu dürtmek zorunda kaldı. Dizine yediği yumruğa karşı, hazırlıklı olmadığı için sarsılarak ona baktı. "Yavaş ol kovboy. Kızın yüzünde delik açacaksın." Masalarında üçüncü ve yeni biri vardı. Tao'nun yurttaki oda arkadaşı, kısa boylu, aksi bir penguendi. Başka bir şubedendi, yeni tanışmış olmalarına rağmen, Jongin diğerlerinin aksine, onun sert yada kötü olduğunu düşünmüyordu. Hatta komikti. İçtiği suyunu bırakıp, kıza baktı. "Hızlı toparlamış kız. Fena hırpalanmıştı."

Kızı o şekilde gördüğü günü hatırlıyordu, iki yüz altı kemiğin en az yüzü kırık gibi duruyordu. Aklına gelen günün devamı da hızlı bir şekilde zihnine doldu. Kıza o kadar odaklanmasına rağmen, o topluluğun tam karşısından kendisini aniden vuran aurayı hissetmişti. Feci güçlü bir etkisi vardı, kalp atışını değiştirmişti hatta. Kafasını kaldırıp onunla gözgöze geldiğinde, bir avuç galaksi vardı o gözlerde. Beynine sessizce fısıldıyor gibiydi tanıdık sesi, bunu ilk kez yapıyordu, ilk kez hissetmişti. "Uzaklaş buradan, kaç!"

Kaçmak istemiyordu, Sehun kaçmayı seviyordu ama o Sehun'un kaçmasından nefret ediyordu. Gerçeklerden korkuyordu, gerçekler canını acıtıyordu, düşmemişti ama dizleri yaralıydı ve avuç içleri kanıyordu. Aslında dizlerinde yara yoktu ve avuç içleri kanamıyordu, sadece çocukluğundan beri ne zaman üzülse ve korksa hissettiği buydu. Tıpkı ormanda Sehun'un ailesi tarafından bulunduğunda olduğu gibi, dizleri ve avuç içleri acıyordu. O zaman gerçekten her yeri yara bere içindeydi, şimdiyse ruhu.

Kris, Jongin'i sürüklerken, omega çocuk zihninden geçenleri duyabildiğine dua ederek, konuştu. "Sen kimseyi koruyamazsın Sehun, sen korkağın tekisin." Soyunma odasına geldiğinde ettiği laflardan anlamıştı ki, duyuyordu onu. Ne kadar güçlenmişti, nelerle uğraşıyordu bilmiyordu ama yeni yetenekler edindiğine emindi. Bunu aurası tenine değdiği anda hissetmişti. "Seni korumaya çalıştım," demişti kendi sözlerine karşılık. "Seni kendi canımdan vererek, korumaya çalıştım."

O kadar aciz geliyordu ki sözleri kulağa, sanki ezberlenmiş bir hikaye gibi, kendini inandırmaya çalıştığı bir hikayeydi bu. "Ben de senden vazgeçmek istemiyorum, bütün bu olanlar beni de zorluyor ama söz konusu seni korumaksa, kalbime gömerim aşkımı." zırvalığını alıp bir tarafına sokabilirdi! Tek istediği birazcık destek ve birazcık şefkatti. Ödlek herif!

Kendi kendini gaza getirmeye ara vermesinin tek sebebi, çalan ders ziliydi. Tam sınıfa girerken çalan telefonuyla durakladı ve pencerenin önüne geçti. Arayan Sejeongtu. Kaşlarını çatarak yazan isime baksa da, fazla bekletmeden cevap verdi. "Efendim abla?"

"Nini!" dedi karşı taraftan ağlamaklı bir ses. Bunun hiç hayra alamet olmadığını bilecek kadar iyi tanıyordu ablasını.  "Çok kötüyüm ve lanet kapınızın şifresini değiştirmişsiniz! Hemen şu kapıyı açmamı sağla yoksa küfretmeye başlayacağım." Konuşmanın yarısında çoktan ağlamaya başlamıştı ve arka planda duyduğu seslerden tahmin ediyordu ki, kapıyı zorluyordu. Üç saniye sonra küfretmeye ve kapının yapıldığı ağaca hakaret etmeye başlayınca, Jongin korkuyla karışık bir dehşetle, ona şifreyi söyledi. Veda etmeden telefonu yüzüne kapamasına aldırış etmedi, bunu sık sık yaşıyordu, genetik olmalı, dedi.

Eve yürürken, aile grubuna, "Sejeong evdeki bütün çikolata zulasını bitiriyor. Sebebi hakkında fikri olan var mı?" yazmıştı. Sejeong'ın depresyona girdiğini bir kez görmüştü onun da sebebi, aşırı derecede bağlandığı ve sekiz sezon boyunca ölümüne yakıştırdığı çiftin, son sezonda ayrılarak dizinin final vermesiydi. O zaman ışıktan nefret ettiğini söyleyerek perdeleri açmıyordu, sızan güneş ışığına tıslıyordu ve bir hafta boyunca sadece dondurmayla beslenmişti. Soğuk savaş dönemi gibi hissettiren anılar tekrar aklında canlanınca, kapıyı açıp açmamak hakkında ikilemde kaldı.

hold on, i still want you // sekaiWhere stories live. Discover now