burada ayrılıyoruz, bitiyor hikayemiz, yıkılıyor evimiz: 13

2K 125 65
                                    

Sevgiyi kininden ayırt edememek. Bunun gerçek bir ikilem olması mümkün müydü? Oluyordu işte! Hiç inanmamıştı bunu okurken. Sevgisi ve kini tek bir kişi için öylesine yoğundu ki, birbirlerinden ayrı kalacak mesafe yoktu içinde, artık birlerdi. Sevgisi mi daha çok, kini mi? Bunu söylemek o kadar zordu ki.

Jongin yıllarca bir gün ondan bırak sevgiyi, belki şefkat görürüm umuduyla gözünün içine bakmıştı. Gözleri her parladığında içinde bir umut yeşermişti, tâ ki o parıltılı gözlerle bir başkasına baktığını görene kadar. Aptal gibi sonsuz şans vermişti ona, sonsuzluk diye bir şey olmadığını da şimdi şimdi anlıyordu. Çünkü kendinde ona yeniden şans verecek gücü hissedemiyordu. Hatta bundan da kötü bir şey vardı ortada. Kendini hissedemiyordu. Öfkesini, sevgisini, kırgınlığını, sancıları bile yoktu artık. Aylardır gözyaşı döktüğü tüm sebepleri unutuvermişti. Bomboş bakışları duvarda sabitli bundan sonra olacakları düşünüyordu, bu uyuşmuşluk gittiğinde ne olacaktı? Devasa bir fırtınanın ayaklarını üşüttüğünü hissediyordu, henüz gelmemişti ama öncesinde soğuk bir rüzgar yollamıştı. O fırtına içinde kopacaktı ama herkesi kasıp kavuracaktı.

Dün gece tuttuğu otel odasında yatağın üstünde oturmuş, bomboş bir ifadeyle balkondan dışarı bakıyordu. Dün geceden beri bitirdiği ikinci böğürtlenli sigara paketinden sonra, daha fazla o yoğun şekerli kokuya ve damağında kalan mayhoş tada tahammül edememişti. Aromasız sigaraya henüz hazır olduğunu zannetmiyordu, bu yüzden mentollü sigaraya geçmişti. Paketten çıkardığı sigarayı yaktı ve şehire bakmayı sürdürdü. Tüm şehire olan nefretinin, tek bir kişi yüzünden olması gerçeği kalbini kırmalıydı ama o hiçbir şey hissetmiyordu, hiçbir şey.

Çatal kaşık seslerinin tabağa vurma sesleri ve nadiren evin dışından geçen arabaların sesi dışında, bir ses yoktu yemek masasında. Herkes ortamdaki gerginliğin farkında, sessizce yemeklerini yiyordu. Kim ağzını açsa bomba onun kucağında patlayacaktı, herkes korkusunda suspus olmuştu. En çok da masanın öteki ucundaki Sehun. Sonunda Bay Oh, keskin hareketlerle çatalını ve bıçağını tabağın iki yanına bıraktı. Sehun gelecek olanı önden görerek sertçe yutkundu.

"Söyleyin bakalım, Jongin nerede?" Herkes birbirine bakıyordu, birisi bir cevap verecekti ama gönüllü kurban seçmek zordu. Masadaki herkesin aksine, dudaklarında sinsi bir gülüşle oturan Sejeong keyifle çatalını bıraktı ve cıvıldayarak konuşmaya başladı. "Sehun yine Jongin'i sinirlendirdi ve o da evi terk etti dün gece babacığım."

"Sehun?" Vurguları öyle iyi ve ürkütücüydü ki, "Bu doğru mu?" demek yerine ismini söylemesi yetmişti. Sejeong sinsi gülümsemesini daha da keyifle büyüttü, Sehun öfkeyle alttan alttan ona bakıyorken. Farkında olmadan boğazından bir hırlama yükseldi, Sejeong şok olmuş bir ifade takınarak işaret parmağıyla kardeşini babasına gösterdi, "Görüyor musun babacığım, bana hırlıyor!"

Sabrının son demlerini yaşayan babaları, bir kez daha uyardı onları. "Jongin bir aile yemeğinde sofrada değilse, bu herkesin suçudur! O çocuk bu masaya gelene kadar yemek bitmeyecek!"

Bitkin hisseden Sehun, bir kez daha yutkunarak boğazına dizilen lokmayı yutmaya çalıştı. Herkes başını eğmiş sessizce babasını dinlerken, Sejeong kendinden emin bir şekilde konuştu. "Ben olacakları önceden tahmin ettiğim için Junyoung'tan Jongin'i getirmesini istemiştim. Yarım saat önce şehire girdiler, birazdan burada olurlar." Hayretle ona bakan Sehun, inen kaşlarını yavaşça indirdi. Kalbinin orta yerinde açılmış derin boşluk bir nefesle ağırlaşmıştı. Telefonlarına cevap vermeyen en yakın arkadaşının, en derin yarasının, hayatının baharının nerede olduğunu kendisi bilmezken, ablasının eşi rahatlıkla ona ulaşıyordu.

Eve ulaşmaları uzun sürmemişti, Junyoung ve Jongin'in. Uzun sürmesi beklenen yemek ufak bir arayla ancak aynı gerginlikle sürerken, Sehun'un gözü Jongin'in üstündeydi. Jongin tıpkı yazın olduğu gibiydi... her şey yolunda gibi gülümsüyordu. Babasıyla sohbet ediyordu, masadaki gerginlik onun gelmesiyle ve neşeli bir şekilde bir şeyler anlatmasıyla dağılmıştı dakikalar sonra. Yine de garipti, yazın olduğu gibi değildi. Gözünün içi gülmüyordu, dudaklarındaki gülüş seğiriyordu. Sanki her an yüzüne taktığı maske düşecekmiş gibi bir korku vardı bakışlarında, asla Sehun ile gözgöze gelmiyordu. Alfa olan gözünü dikmiş, çekinmeden ona bakarken Jongin, yemeğini yemeye odaklanıyordu.

hold on, i still want you // sekaiWhere stories live. Discover now