DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

2.3K 206 54
                                    

Taehyung ön koltuğa bindiği gibi arkada oturan Jimin ve Jongin'e dönüp.
"Telefonlarınızı kapatın hemen!" Sert sesiyle emretti ve yanında arabayı süren Jungkook'a dönüp, yandan bir gülümsemeyle devam etti.
"Gün bizim günümüz istediğimiz her şeyi isteyebiliriz Hyun'dan, oğlu elimizde çünkü." Dedi radyoyu açarak, varacakları yer çok uzaktaydı.

Jin kamyonun kasasında elleri arkasında bağlı, yerde iki büklüm olmuş hıçkırarak ağlıyordu. Ağladığı için nefes almamaya başladı, çünkü ağzının ıçinde ki bez yetmezmiş gibi bide üstüne bir bez daha bağlamıştılar.

Kamyonun küçük camından içeriye hafif ışık yaymasıyla etrafında ne olduğunu görebiliyordu. Kilim ve birkaç ev mobilyası vardı.

Tanrıya durmadan dua ediyor, babasının biran önce kendisini bulması için.
Şu an nereye gittiklerini bilmiyor ve babası kendisini bulamamasından da çok korkuyordu.

Ağlamaktan tekrar uyuya kalmıştı Jin, akşama doğru arabanın durmasıyla uyanmış ve korkuyla beklemeye başladı. Kendisine bir şey yapmalarından korkuyordu.

Taehyung, eski arkadaşı Yoongi'yi telefonla arayarak, ondan yardım istemişti. Yoongi de kimsenin pek uğramadığı bir yerin adresini vermiş, kendisi gelene kadar orda beklemesini istemişti.

Taehyung ve Jungkook, her ihtimale karşı bir şey olursa saklanacak bir yer bulmak adına, etrafa göz gezdirmek için arabadan uzaklaşmışlardı. Jimin ise hazır yemek almak için gitmişti, kamyonu ve Jin'i, Jongin'e bırakmıştı.

Jongin bu fırsatı değerlendirmek için hızla kamyonun arka kapısını açıp içine girdi. Jin'in korkan göz bebekleriyle karşılaştığında.
"Benim." Diyip hızla yanına yürüdü.

Jin'in başını elleri arasına alıp, gözlerine gelen saç tutamları geriye doğru taradı.
"Rahatsız mısın?" Diye sordu.

Jin onun bu hareketine karşı, yüzünü başka bir tarafa çevirdi, ondan kendisini bıraksın diye yalvarmayacaktı.

"Dudakların uyuşmuş olmalı." Jongin, Jin'in dudaklarının üstündeki ve ağzındaki bezi çıkartıp. Jin'in dudaklarını okşayarak konuştu. Ardından oturur pozisyona gelip, Jin'i de oturttu. Jin ondan uzaklaştı ve içeriyi aydınlatan küçük cama bakarak, gözlerindeki yaşlar birer birer akıttı. Zifiri karanlık bir sokaktaydılar, hiç bir şey görünmüyordu.

"Ben senin tarafındayım, ama benim hakımda kimseyle konuşma?" Diye devam etti Jongin.
Jin artık onlanlardan birinin hemen gelip kendisini kurtarmasını diliyordu tanrıdan.

"Evine gitmek istiyorsun, değil mi?" Jin cevap veremeyince, yanaklarını bu sefer elleri arasına alıp okşadı.
"Evine gitmek istiyorsun, değil mi? Ailene dönmek istiyorsun?
Geri dönmek istiyorsun, değil mi?
Seni götüreceğim ailene."

Jin'in yanağını ve saçlarını okşayarak, tekrar tekrar aynı şeyleri söylüyordu.
Jin ağlayarak başı ile onayladı Jongin'i, yanlış bir şey yapmasından korkuyordu, resmen bir piskopat gibiydi.

Jongin'in yaptığı şeyler ve söyledikleri ile hiç samimi gelmiyordu ve ayrıca bulundukları durum çok normalmiş gibi, yüzünde iğrenç bir gülümseme vardı. Jin ondan kaçmaya çalıştıkça ona arkadan daha çok yanaşıyordu.

"Onlar tehlikeli insanlar, kim bilir sana neler yapacaklarını tahmin bile edemezsin." Jin duyduklarının korkusuyla, sesiz hıçkırıkları kamyon kasasında yankılandı.

"Ama ben buradayım, sana bakacağım. Benden korkma?"
Jin kaçacak hiç bir yeri olmadığı için, oturduğu yerden iç geçirerek ağlıyordu.

Jongin, Jin'i iki kolunun arasına alıp, boynuna yaklaşırken dışarıdan bir takım sesler geldi. Hızla Jin den uzaklaşıp hemen ağzını tekrar eskisi gibi bağladı.

Zengin ve Fakir TAEJİNWhere stories live. Discover now