10.BÖLÜM:"YAKINLAŞMA"

1.1K 161 96
                                    


Bazı kadınlar sol göğsünün altında mayın taşır beyler. Ve oraya ilk ayak basan adam, ayağını çekip gitmeye kalkışırsa eğer; mayın patlar, kadın dağılır, adam ölür, kadının sol göğsünde.
Sonra bir daha kim gelip giderse gitsin sol göğsün altındaki kente,asla aynı etki yaşanmaz. Bir mayın bir defa patlar beyler. Bir kadın, gerçekten, bir defa sever. "Bir şiir bir kez yazılır, bir kitap bir kez okunur" gibi çürütülebilir bir tez değildir bu. Bir insan bir kez ölür, türündendir. Hatta düpedüz eşdeğerdir ikisi. Ve sevgilim, sana gelince: Eğer bir gün uğrarsan sol göğsümün altındaki kente,hüzünlü bir sesle: "Buralar bir zamanlar hep benimdi" diyeceksin kendine.

Ellerim titrerken ne yapmam gerektiğini düşünmeye çalışıyordum. Etrafımdaki kimse ikisini ayırmaya tenezzül etmiyordu. Çağakan'dan gelen sol kroşe ile Uzay sarsılsa da geri çekilmedi. Sonunda titrememi umursamadan Uzay'ın yanına gitmek için bir adım attığımda Uzay Çağakan'ın karnı ile göğüs kafesi arasına sert bir yumruk attı.Çağakan bir adım gerilerken ben de bir adım geri çekildim. Uzay Çağakan'ın iki yakasından tutarak hızla kendine çekti ve burnuna kafa attı, tek kolunu bırakıp sağ kolunu iyice gerdi, tüm kasları ortalığa dökülürken Çağakan'ın sağ çıkması için dua ediyordum. Yumruk Çağakan'ın kusursuz kumral teniyle buluştuğunda dudaklarımın arasından tiz bir çığlık koptu.
"Bir daha"yumruk,
"Benim"yumruk ,
"İşime"yumruk,
"Karışırsan"yumruk,
"Bitersin "yumruk,
"Duman!" Yumruk. Sonunda dayanamayıp minik ellerimle kaslı kollarını kavradım. Ağlıyordum ama bunun tek nedeni acizliğimdi. Çağakan'a hayır diyememem, Uzay'ı durduramamam bunlar acizlikten başka bir şey değildi, güçsüzlüğümün belgeleriydi.
"Bırak artık." diye çatallaşmış sesimle bağırmaya çalıştığımda boğazımdan bir hırıltı yükseldi fakat Uzay beni takmadı bile. Kolunu kendine çekip Çağakan'ı yere fırlattı. Ayaklarımı harekete geçirip Çağakan'ın yanına gidip yüzünü ellerimin arasına aldım. Burnundan, gözünün altından, dudaklarında boşalırcasına kan akıyordu.
"Aptal!"diye sitem ettiğimde yüzüne çarpık bir gülümseme yerleştirdi.
"Hmmm... Birinin benim için endişelenmesi harika bir duygu." Dediğinde yüzüme gülümseme yerleştirmeye çalıştım ama o bu haldeyken bunu yapmak zordu. Karşımda bir kaç gün önce bana bağıran, zorba, düşüncesiz bir kişi yoktu.Sevgiye, ilgiye muhtaç bir çocuk vardı. Çağakan gözlerini başka yöne yönlendirip gözlerini devirdiğinde ben de o yöne baktım. Uzay elinde ilk yardım çantasıyla bize doğru yürüyordu. Yanımıza ulaştığında ilk yardım çantasını yanıma fırlatıp sertçe kolumu kavradı. Sendelememi hiçe sayarak ayağa kaldırıp çekiştirmeye başladı. Kafeden çıkmadan önce son kez Çağakan' baktığımda yanında orta yaşlı bir kadın yüzüne pansuman yapıyordu. Siyah lamborghini'nin yanına geldiğimizde kapıyı açarak minik bedenimi sertçe içeri itti ve sürücü koltuğuna yerleşti. Arabaya çalıştırdığında düşüncelerimle beraber hırçın tekerlek sesleri de bana eşlik etmeye başladı. Hızı arttırdıkça korku katsayım artmaya başlıyordu. Boynundaki o taptığım şah damarı yine tüm çekiciliğini öne sürüyordu, burnundan öfke soluyordu. Uzay' dan da bende de ses çıkmıyordu. Ortalığı ölüm sessizliği kaplamıştı. Çıkmaması iyiydi açıkcası söyleyecek bir şey bulamıyordum. Şu anki tek isteğim buradan sağ salim kurtulmaktı.Göz kapaklarım ağırlaşmaya başladığına kendimi uykunun ellerine bıraktım.

Aniden yere çakıldığımda kendime gelmek için bir kaç defa göz kapaklarını açıp kapadım. Kolum acıyordu ve ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Her şeyi anlarım ama uyuyan bir insanı yere atmak da ne? Acımasız piç herif! Alev fışkırtan gözlerimi Uzay'a çevirdiğimde görüş açıma buzdan diktiği gece mavisi gözlerinin girmesini bekliyordum fakat karşımda gördüğüm şey Uzay'ın sıkı poposuydu...Ah bir de önündeki küçük müstakil evi de saymak lazım. Uzay eve doğru ilerlemeye başladığında adımlarını hızlandırıp koluna girdim.
"Hey, burası da neresi?" Diye sorduğumda bana dönmeye tenezzül etmeden cevap verdi.
"Burada kalacaksın bir süre." dediğinde kaşlarımız kalkmasıyla dudaklarımın aralanması bir oldu. Sanırım yanlış duyuyordum. Sırf Çağakan beni öptü diye ceza mı veriyordu yani?
"Ne? Hayır! Ben bilmediğim hiç bir yerde kalmam. Hem aileme ne söyleyeceğim ben?" Diye sinirle soluduğumda arkasına dönüp ellerini ön cebine koydu. Dönüşü bile ürkütücüyken söyleyeceklerinden korkmaya başladım.
"Bana bak zengin güzeli aptallarla uğraşmayı sevmem tamam mı şimdi o siktiğimin çeneni kapat. Kafamı şişirme?" Deyip ardında şaşkın ve kırılmış bir kız bırakmayı umursamadan eve gidi. Aptal ha? Aptal? Seni adi herif! Görürsün sen aptalı! Içeri gireceğimi düşünerek kapıyı aralık bıraktığında gözlerimi öfkeyle kıstım.Etrafıma baktığımda hava kararmaya başlıyordu ve etrafta ağaçlıklar vardı. Gerçekten de aklından ne geçiyordu beni buraya getirirken? Ne sanmıştı beni becerdiği bâkirelerden biri mi? Ayakkabılarıma baktığımda spor ayakkabı giydiğim için şükredip yol boyunca ev bulma umuduyla koşmaya başladım. Hızıp arttıkça nefesim daralıyordu. Uzun bir süre koştuktan sonra ellerimi dizlerime koyup derin nefesler almaya başladım. Gökyüzünü bir örtü gibi kapatan ormanın altında etraf daha da karanlıktı. Telefonumu okulda unuttuğum için kendime bir kez daha lanet ederek yere çömeldim ve dizlerimi kendime çektim. Ankara soğuğu tenime işlerken titrek bir nefes aldım. Vücudumun her bir hücresi zonkluyordu. Soğuk bedenimi delip geçecek gibiydi. Ankara soğuğu böyledi bedenine yavaş yavaş işliyor, her rüzgar esişinde ruhumu alıp götürüyormuş gibiydi. Kollarımı bedenime doladığımda karşımda bir araba durdu. Sonunda biri geldi diye sevinmeye başladığımda sevincim kursağımda kaldı. Arabanın içinden dört siyah takım elbiseli adam çıkınca olduğum yerde bir adım geri kaydım. Arabanın farları gözümü aldığı için elimi yüzüme siper ettim. Adamlarda biri yanıma çömeldiğinde Uzay'ın yanından ayrıldığım için kendime bir kez daha sövüyordum. Çenemde hissettiğim sıcacık elle içimi anlamsız bir titreme doldurdu. Göz kapaklarım donma derecesine gelmişti. Adam yüzümü kendine döndürdüğünde sert biçimli ve kavisli yüz hatlarına sahip bir yüzle karşılaştım.
"Bu o" tok sesi bana Uzay'ı hatırlattı. Içimi tekrar bir suçluluk duygusu kapladığında olduğum yerde kıpırdanamayacak kadar yorgundum. Acaba beni arıyor mudur?Merak ediyor mudur?diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Arabanın kapısı tekrar açıldığında içinden bir kadın çıktı ama sadece gölgesi görünüyordu. Insanın aklını baştan alabilecek bir vücuda sahipti fakat yine de yüzünü göremiyordum. Arabanın yanına ani bir frenle duran siyah Lamborghini'nin içinden Uzay ani bir hızla çıktığında mutluluktan sevinç çığlıkları atmak istiyordum tek sorun hiçbir yerimi kıpırdatamıyor oluşumdu. Elindeki siyah şeyi gördüğümde vücudumu panik duygusu sardı. Adamların hepsi ellerine kendi silahlarını aldığında Uzay'a hangi cesaretle buraya tek başına gelirsin hem de elinde silahla diye haykırmak istedim.
"Bırakın kızı!" Uzay'ın duygusuz sesi beni yerin kat be kat altına yollarken içinde endişe kırıntısı aradığım için kendime kızmaya başladım. Ne sanmıştım ki? Ben onun nesiydim ki benim için endişelenecekti? Kadının hoş kahkahası duyulduğunda hala onu göremediğim için içten içe meraklanıyordum. Kahkaha sesi çok daha yaşlı biri olmadığının göstergesiydi.
"Sana bir soru sorduğumu hatırlamıyorum sevgilim." dediğinde kalbimde derin çok derin bir sızı hissettim. Bu soğuk Anlara havasında içimi yakıp kavuran bir acıydı. Sevgilim demişti kadın. Uzay' ın başka bir kadına ait olması neden beni bu kadar etkiledi? Başkasına ait olması mı bana ait olmamasının yüzüme vurulması mı beni bu kadar üzmüştü. Uzay silahı alıp kendi kafasına doğrulttuğunda ayağa kalmaya çalıştım ama sendeledim. Gözlerim korkuyla açılırken ona bir şey olursa ne yaparım diye düşünmeye başladım. Bunu kaldıramazdım işte. Ayağa kalkmayı başardığımda adam kolumu sıkıca kavradı.
"Uzay saçmalama yalvarırım indir şu silahı." Çatallaşmış sesim, soğuktan kurumuş dudaklarım ve korku dolu sesimle Uzay'ın üzerinde nasıl bir etki bıraktığımı merak ediyordum.
"Ya kızı bırakırsın ya da tetiği çekerim." tok sesi kulaklarımı doldururken içimi bir an mutluluk kaplasa da çok uzun sürmemişti. Beni önemsemesi her ne kadar hoşuma gitsede yaptığı şey tüylerimi ürpertmeye yetiyordu.
"Ah yoksa benden bu kadar çabuk ayrılmayı mı düşünüyorsun?" Kızın alay dolu sözlerini beynimin en dip köşelerine kazıdım. Sevgilisi miydi yoksa? Ayça'nın ölümünü bu kadar çabuk mu kabullenmişti? Damarlarımda öfke kanımla bütünleşmiş bir şekilde vücudumu sararken yapabildiğim tek şey dudaklarımı yalamak oldu.
"Kızı bırak dedim."dediğinde sesi bile tüylerimi ürpertmeye yetmişti. Ayakta kalacak gücü bulamıyordum ve adamın tuttuğu yerde parmak izleri çıktığına yemin edebilirdim. Kadının homurdanmayı sesini duyduğumda Uzay'ın nasıl kadının vazgeçeceğinden emin olduğunu düşünmeye başladım.
"Bırakın kızı"diye bir tıslama duyduğumda Uzay istifini bozmamış bir şekilde eskisi gibi duruyordu. Adam kolumla temasını kestiğinde hala içim rahat değildi. Uzay'ın elindeki silahı indirmesini bekledim. Bir kaç saniye sonra silahı indirdiğinde güç bela yanına gidebilmiştim. Kollarımı boynuna dolayacağım sırada durdum. En son bunu yaptığında beni itişi aklıma geldi. Gururumu tekrar ayaklar altına alacak kadar aptal değildim. Kollarımı geri indirip arkasına geçtim.
"Almira arabaya bin!" Itiraz beklemeyen sesi her ne kadar beni itiraz etmeye teşvik etse de arabaya bindim. Içerisi sıpsıcaktı ve bu bedenimin mayışmasına neden oldu. Uzay yüzünü hala göremediğim kadının yanına gidip bir şeyler konuştuğunda yüzündeki alaycı gülümseme ile arkasına dönüp arabaya bindi. Gözleri titreyen bedenimi bulduğunda kaşları çatıldı. Klimayı açıp gaza bastı. Araba yeni döküldüğü belli olan asfaltta yağ gibi kayarken vücudum eski ısısına dönmeye başlıyordu. Kaçmaya çalıştığım eve geri döndüğümüzde arabayı durdurdu. Kaçmayacağımdan emin olmak için kolumu sıkıca kavrayıp evin içine soktu. Içeri girdiğimizde ışıkları bile açmadan korkudan titreyen bedenimi sertçe duvara itti. Elini yanımdaki duvara gömerken bir insan bu durumda ne kadar sakin olabilirse o kadar sakindim.
"Sana aptalları sevmediğimi söyledim ve sen o sikik beyninle aptallık yaptın!" Gür ve tok sesi yerimden sıçramama neden olurken Uzay'ın buzdan diktiği duvarları sağlamlığını korumaya devam ediyordu. Aklımda o kadar çok soru dönüyordu ki! Uzay, Çağakan, Mira, Ayça hepsi de ne ara hayatıma girdikleri belli olmayan sır küpleriydi. Ortada bilmediğim ve sınırlarımı zorlayan sırlar döndükçe kafayı yiyecek gibi oluyordum. Bir yandan da onlara kendimizi yakın hissediyordum. Hayır, hayır... Daha hiçbir haltını bilmediğim birine bu kadar değer vermek saçmaydı, olmaması gereken şeyler listesinin başındaydı. Hele de kalbimi bu kadar kolay kıran biri için bu kadar değer... Gözlerimi kapatıp tekrar açtığımda Uzay'ın yüz ifadesinde tek bir değişiklik bile yoktu. Bedenim bu buz gibi evde donmaya devam ederken arabanın içindeki o vücudumu mayıştıran havayı özledim. Titreyen parmaklarımın uçlarını birbirine dokundururken kafamı yere eğdim. Gerçekten üşüyordum. Tam dengemi kaybedip düşecekken Uzay'ın sıcak kaslı kolları belimden yakalayıp kendine yasladı. Kafamı sıcak göğsüne yerleştirirken Tanrı bu göğsü benim kafamı buraya koyabilmem için yaratmış diye düşünmeden edemedim. Yatağımda bile bu kadar rahat olamamam mantıklı mıydı? Gözlerim istem dışı kapanırken son duyduğum şey Uzay'ın fısıltıdan farksız sesiydi.
"Masum değilsin, olmamalısın ufaklık."
-------
Gözlerimi bir kaç kez ağır ağır açıp kapattıktan sonra etrafıma bakındım. Bej renkli çarşafı olan bir yatak üstündeydim ve üstümde yumuşak ve bir o kadar da sıcak bir yorgan vardı. Pufi' den sonra gördüğüm en sıcak yorgandı. Kesinlikle yorganlara isim koymuyorum sadece çok sıcak tutanlara isim koyuyorum. Ve bu yorganda Pufi ile aynı rütbeye yükselmeye hak kazandı. Üzerindeki kahverengi desenlere bakarken aklıma harika bir isim geldi.
"Artık sen benim bambimsin." Diyerek yorgana sarıldım. Arkamda bir kıpırdanma olduğunda aniden gözlerimi açtım. Siktir. Eve hırsız girme olasılığını unutmaya çalışarak derin bir nefes aldım. Gözlerim etrafı tararken birini bayıltabilecek bir cisim aramaya başladım. Komidinin üzerindeki kristal bardağı alıp hızla yataktan fırladım. Siyah dağılmış saçları, çıkık elmacık kemiği, kaydırak gibi fakat hafif kalkık burnu, aralanmış kalın dudakları arasından nefes alan bir Uzay görmek tahminlerin arasında yoktu. Gözlerimi bir kaç kez kırpıştırıp bu mükemmel görüntüye baktım. Yüzüne bir süre daha baktıktan sonra kafamı çeviriyordum ki gözüme bir şey takıldı. Gözlerim yerinden fırlayacakmışçasına açılırken gördüğüm tek şey Calvin klein bir boxerdı. Dudaklarımın arasından ufak bir çığlık koparken ellerini dudaklarıma götürdüm. Uzay yerinden fırlarken etrafa anlamayan gözlerle bakıyordu. Gözlerini bir kaç kez ovuşturduktan sonra tek gözü kapalı bir şekilde bana bakmaya başladı. Çıplak aynı zamanda kaslı göğsü ve boxer aklıma geldiğinde iki elimle gözlerimi kapatıp yüzümü buruştudum.
"Ne sikim çığlık atıyorsun?"diye mırıldandığında gözlerimi olabilirmişcesine daha sıkı kapattım.
"Çıplaksın." Diye fısıldadığımda bir süre ses gelmedi. Gözlerimi açtığımda Uzay'ın dudaklarının yukarı kıvrıldığını gördüm. Yanlış görmediysem Uzay az önce gülmüştü. Ben şoktan ağzım iki karış açıkken Uzay'ın dudakları eski haline geri döndü. Tam kapıdan dışarı çıkacakken önüne geçtim.
"Bana yanımda çıplak yatmadığını söyle." Diye tısladığımda gözlerini devirdi.
" Hayır üstümde boxer var yani yarı çıplak yattım." Dediğinde öfke katsayım arttı.
"Sen ne hakla benim yanımda yatıyorsun ya? Hem de yarı çıplak? Hem benim burada ne işim var?" Diye bağırdığımda gözleri buzun ardında yangın varmış gibi ateş saçarak bana döndü.
"Kapa çeneni ve aşağı in." Diye gürlediğinde olduğum yerde bekledim. Bir seks manyağı gibi arsız, bir katil gibi ürkütücü, bir demir kadar sert biri oluyordu. En çok da gökyüzü kadar ulaşılmaz sanırım. Kafamı aşağı yukarı sallarken beni kenara itip aşağı indi. Banyo olduğunu tahmin ettiğim yere girdiğimde etrafım kıpkırmızı olduğunu gördüm. Bu renk yanaklarıma kan pompalanmasına neden olsa da aklıma buraya başka bir kız getirmiş olabileceği düşüncesi geldi. Öfke damarlarımda dolanırken ben kimim ki? dedim kendi kendime. Aşağı indiğimde Uzay üzerini giyinmişti. Saçları kala dağınıktı. Kirli sakalları beni ellerimi üzerinde dolaştırmaya teşvik ediyordu. Kafamı iki yana sallayıp bu düşüncenin buharlaşıp bulutlara yükselmesine izin verdim. Belki bir gün yüne yağış olarak düşerdi beynime. Ama o gün bu gün değildi. Tezgahta kendine bir şeyler hazırlarken ben de gidip ona yardım etmeye başladım. Sandviçlerimiz ve portakal suyumuz hazır olduğunda ikimizde ahşap masaya oturduk. Bir yandan sandviç yiyip bir yandan portakal suyunu yudumlarken sakin olmaya çalışarak gözlerimi Uzay' a diktim.

MUTLU KALWhere stories live. Discover now