3|ne gündüzümde sabahım

2.7K 314 222
                                    

song|the neighbourhood; the beach

İnsan oğlu unutabilir miydi? Buna bir yara izi, bir şarkı veya bir yüz örnek olabilirdi. Zaten hayatın içindeysek ve bu dünyaya insan sıfatıyla geldiysek, aklımıza giren en ufak bir ayrıntıyı, renkleri, şekilleri, yıldızları ve kelimeleri, unutabilir miydik sahiden?

Ki unutsak bile, hatırlamayacağımızın garantisini ne kadardı? Hatırlayabilirdik belki, bazı şeyleri de istersek hiç yaşamamışız gibi davranır ve unutabilirdik. Ama silemezdik. Maziye gömerdik, anıları, sözleri, yüzleri, gözle görüp algıladığımız her şeyi unutabilir, ama asla silemezdik.

Hatırlarsak ve bunu istersek en ücra köşelerdeki maziler bile gün yüzüne çıkardı. En utanç verici anımızı aklımızdan silemezdik, en korktuğumuz anımızı veya yaptığımız ilk şeyleri, bizim için manevi değeri olan fiillerimizi, unutamazdık.

Bizi günlerce düşündüren, ağlatan veyahut güldüren, heyecanlandıran anılarımız hep aklımızın bir köşesine sinerdi.

Tıpkı dün yan komşum Park Jimin'le olan ilk konuşmam, ilk iletişimimin beynimin en ücra köşelerine yerleşmesi gibi. Zira dün yaşadıklarımı aklımın merkezinde sürekli başa saran küçük bir film gibi izliyordum.

Zihnimin içinde bir yabancı vardı ve bu yabancı, bakmaya doyamayacağım kadar fazla dövmelere sahipti. Bedeni bir kağıt parçasıydı ve ondan fazla deseni, rengi, çizgileri bir sanatın parçasıymış gibi üzerinde taşıyordu.

Özgündü, kendi içinde özgürdü o boyaları taşımak için. O yakıp yıkmaktan korkmuyordu.

Ben ise yakılıp yıkılmaktan korkardım, parçalayamazdım insanların algılarını, cesaret edip gerçek bir anlamda özgür olamazdım. Çünkü benim dünyamda boyaların yeri kağıt parçalarıydı, insan oğlunun bir gün solup çürüyecek olan teni değil.

Sigara mı, asla ciğerlerime çekemeyeceğim dünyada var olan tek zehirli buhardı. Dün akşama kadar, onun sigarası parmak uçlarımdaydı.

Ve bu son olmalıydı, son olmalı ve kaldığım yerden devam etmeliydim. İçimde kurallara alışan ve kendini buna adamış olan Jeongguk, her zamankinden daha çok tembihliyordu benliğimi.

Asla onun gibi olma, olamayacağını biliyorsun. Silemezsen bile unut onunla olan saçma ve değersiz sohbetini, o senin için etrafında gezen insanlarla aynı kalıpta.

Senin kalıbın ve sınırın belli. O sınırdan dışarıya çıkma.

O sınırdan çıkmamalıydım.

Ne diyordum, neden bu kadar abartıyor ve düşünüyordum ki? Sonuçta o benim yan komşumdu, iki yıldır halimizden bi haber yaşayıp gidiyorduk, yine öyle olacaktı.

Öyle olmalıydı.

Bir an önce saçma ve kafa ağrıtan düşüncelerimden sıyrılmam gerekiyordu. Aksi halde okula geç kalabilirdim ve bu, sabah en önemli iki dersimi kaçırmama sebep olurdu. Düzenim olduğu gibi kalmalıydı, bu nedenle oldukça hızlı davranıp, çalışma masamın siyah koltuğundaki sırt çantamı gerekli eşyalarla doldurup odamdan çıktım.

Odam evimizin dar koridorun sonunda yer aldığı için oldukça hızlı hareket edip, anneme görükmeden evden çıkmam gerekiyordu. Çünkü keçi inadına sahipti ve ben ona her ne kadar sabah kahvaltı yapmayı sevmediğimi söylesemde, beni ısrarla kahvaltı masasına oturtucaktı.

Sıcak bir kahve içmeden uyanamazdım ve midemin bulantısı da geçmezdi. Bugün nedensizce her zamankinden daha geç uyanmıştım, bu da beni keyifsiz yaparken kendime kahve koyacak zamanımın olmayışı, ve ilk dersimin kesinlikle öğrencilerin derse geç kalmasına karşın sert tutumunu asla gevşetmeyen  matematik hocası Bay Wonzi'yle olması, bu denli hızlı ve aceleci hareket etmemin iki temel sebebiydi.

Sillage | jikookWhere stories live. Discover now