19|balık giderse okyanus kururmuş

2.6K 224 215
                                    

song| Carla morrinson - disfruto

Yaşamak.

Korkmadan yaşamak, korkarak yaşamak. Acıları susarak yaşamak, bağırarak yaşamak. Vazgeçerek yaşamak, kaybederek yaşamak. Yaşamak nedir bilir miyiz? Yaşadık der miyiz kendimize yoksa sadece nefes mi alıyoruz bu hayattan?

Ki karşılıksız, kin gütmeden, bedel ödemeden alabildiğimiz tek şey nefes değil midir şu hayattan? Yaşamak nedir diye bilmeyen yaşamayı bilir mi gerçekten? Ya ölü bir bedene sahip oluruz, toprak olur bedenimiz. Öldü derler ardımızdan. Bazıları ise toprağa girmeden ruhunu öldürür, umutlarını öldürür, canına kıyamaz ama canına da sahip çıkamaz artık, benliğini öldürür. Hayallerini, sevgisini, güvenini, merhametini öldürür. Öldü demezler ardımızdan, çünkü kimse görmez ruhun öldüğünü. Bedeni ölene ölmüştür der de, ruhunu hesaba katmazlar hiç.

Bilmeyiz hiç, ne hayatı, ne de yaşamayı.

Bildiklerimiz bizi yanıltır. Yaşamak bizi yaşatır asıl, nefes almak ise dışa vuran bir fiildir gözle görülen. Gözle görünmeyi hissederek yaşamaya muhtacız. Aşka, şefkate, anlayışa, hoşgörüye. Gözle görünmeyen de gönülden ırak olur derler ya hani. Öyleymiş, Park Jimin görmediği ruhuna yabancı olmuş hep.

Yaşayamamış.

Yaşayamamışız.

Aynı gökyüzüne bakan milyonlarca insanların yaşadığını sanmışız hep, oysa biz yaşadığımızı sanarken yaşayamamışız. Şimdi yaşıyorum diyorum kendime. İyisiyle, kötüsüyle. Bu güne değin aldığım nefeslerden daha güçlü bir nefes var ciğerlerimde. Acıları çekerek yaşıyorum, acılara ortak olarak yaşıyorum. Üzülerek yaşıyorum, kaybederek. Hatalar yaparak yaşıyorum. Severek yaşıyorum, sevişerek, gülümseyerek.

Yaşıyorum, onunlayken. Park Jiminleyken. Kollarındayken. Kokusu bedenime hükmedip, ruhumu sızlatırken. Dün gecenin her bir ayrıntısını zihnimde çizip çizip, boyarken. Birbirimizi severken yaşıyorum. Gözlerimi açıyorum, sabah olmuş, güneş açmış ve pencereden sızıp yatağımıza kadar ulaşmış. Hatta ulaşmakla kalmamışta, Park Jimin'in kömür karası saçlarına vurmuş ışığı. Yüzlerimiz karşılıklı vaziyette beraber uzanıyorken, onun birbirine bağlı göz kapaklarına bakıyorum. Uyuyuşu derin ve sakin bir deniz gibi. Öfkesi ise fırtına. Acısı tam bir alabora.

Dün gece saat kaça kadar oturup, ağladıysak bedelini yorgun bedenimiz ödemişti. Yorgun nefeslerinden ve gözlerinin altındaki kırmızı çizgilerden belli oluyordu. O kırılıp dökülmüştü dün gece, sabaha yine güzeldi, eşsizdi gözümde. Acılarını paylaşırken kendime pay biçmiştim şayet, benimde muhtemelen ondan bi farkım yoktu şuan. Hepi topu dört saatlik uyku ile yetinen gözlerimin ağrısını umursamadım. Zira sol göğsümde dünden kalan yaraların sızısı vardı. Ses çıkarmadan, sadece gözlerimi kırparak izledim dibimde masum, ve dokunmaya kıyılamayacak kadar güzel uyuyan adamı.

Kaşından ve dudağından çıkarmış olduğu demirlerinin sivri ucu bata bata tenime izledim onu. Kalbime köprü kuran kömür ve gün geçtikçe uzayıp, alnına dökülen saçlarının kokusuna titredi göğsüm. Tenindeki mürekkepleri ile renklendi ruhum. Desenlerine uzanıp dokundum, tüy kadar hafif temasla. çıplak gövdesinden dolayı daha yakından görebildiğim dövmelerini izledim. Bir ressamın sanat eseri gibiydi her biri.

Her bir rengi, her bir işareti eserdi.

Parmak uçlarım uzanıp bileğindeki kalp dövmesine gitti. Parmak ucumla üzerinden geçtim dövmenin. Dövmelerinin anlamını biliyordum artık. Göz kontağıma girmeyen o ensesindeki dövmenin anlamını artık biliyor olmam gibi. Ufacık dövmenin anlamı kocaman bir çukurmuş meğer.

Sillage | jikookWhere stories live. Discover now