|26|

2.4K 226 6
                                    


Aceleci adımlarla merdivenleri indim ve kendimi dışarı attım. Hava hala sıcaktı ve insanı terleten cinstendi. Üstelik sandığınızın aksine okulumuzda etek değil pantolon vardı ve zaten acele ettiğimden yeterince terlemiştim. Şimdi birazda sinir oldum bu halime ama Savaş'a görünmeden evden çıkmak tam bir işkenceydi. Siz siz olun, kardeşinizle aynı okula gitmeyin. Kaldırımda ilerlerken telefonuma gelen bildirim sesi boş sokakta yankılandı. Ekrana kısa bir bakış attığımda mesajın Asaf'tan geldiğini gördüm.

Asaf: Ben geldim, çıktın mı evden?

Siz: Evet, beş dakikaya oradayım.

Telefonu cebime tekrar koydum ve yavaşladım. Çıkarken bağlamadığım bağcıklarımı bağlayıp, saçımdan çıkan telleri yerine sokuşturdum. Çantamı düzeltip derin bir nefes aldım ve köşeyi dönünce karşıma çıkan parka doğru ilerlemeye başladım. Asaf içeri girmemiş, oyuncakların biraz ilerisinde dikiliyor sokağı inceliyordu. Göz göze geldiğimiz an gülümsedi. Bundan birkaç ay önce hayret ederdim şu halimize fakat şu an benden daha mutlusu yoktu dünyada.

Karşıdan karşıya geçtiğim an o da bana doğru gelmeye başladı. Her adım germeye başlamıştı. Karşı karşıya geldiğimizde bir süre ikimizde birbirimize baktık, sonrasında ilk kollarını açtı ona sarılmam için. Hiç itiraz eder miyim? Asla! Hemen açtığı kolların arasına girdim ve sıkıca sarıldım, o da bana. Çantamın izin verdiği ölçüde elbet.

"Kahvaltı yaptın mı?" diye sordu geri çekilirken. Başımı iki yana salladım. Sabah abime gözükmeden çıkacağım diye aklı karaya seçmiştim kahvaltıyı nasıl yapayım?

"Hayır yapmadım."

Tebessüm etti, elimden tuttuğu gibi yürümeye başladı. Yüzümde ufak bir gülümseme oluştu, "O zaman simitçiye gidelim."

Ultra lüks süper bir kahvaltı salonu bekleyenlere sesleniyorum, burası düz simitçi. Sundukları kahvaltı seçeneği falan yok. Onun yerine istediğimiz poğacaları bölüp tabağa koyarlar, iki de çay verirler. Alın size kahvaltı.

"Ee?" dedim sessizlikten sıkılarak. Okulu geçmiş simitçiye yürüyorduk. "Hayat nasıl gidiyor Asaf?"

Güldü, beni bir anda kendine çekip kolumu omzuma attığında şaşırdım. Okul bölgesine girdiğimiz an gözlerin şu görüntüyü görüpte dedikodu yapmaması mümkün değildi. Bu yüzden kolunu omzumdan atmaya çalıştım. "Asaf bırak, bak yanlış anlayacaklar."

Bana üstten bir bakış attı. "Neyi?"

Duraksadım. Sonra aklıma geldi, biz zaten sevgiliydik.

Çabalamayı kestim ve ona ayak uydurdum. "Olası tüm dedikodulardan ve ağabeyimden sen sorumlusun."

Güldü ve geldiğimiz simitçinin kapısını açtı. "Tamam, benim sorumluluğum."

İçeri girip poğaça ve çay söyledik. Çantamı yan sandalyeme bıraktığım esnada birkaç kızın bizim masamıza baktığını fark ettim. Tanımıyordum, büyük ihtimalle küçük sınıflardandı ama belli ki onlar Asaf'ı tanıyordu. Nereden diye sormayın. Adam basket oynuyor.

O an aklıma gelen şeyle duraksayıp tekrar ona döndüm. "Asaf sen basketi ne yapacaksın?"

Telefonunu ve cüzdanını cebinden çıkarıp masaya bıraktıktan sonra çantasını benim gibi yan sandalyeye bıraktı. Omuz silkti ve "Daha karar vermedim. Bedenci bir hafta verdi karar vermem için." dedi. "Ona kalsa bırakmamı ve derslere asılmamı istiyor."

Başımı belli belirsiz salladım. "Seviyorsan bırakma." dedim yavaşça. "Yani ikisinden de vazgeçemiyorsan ikisini de aynı anda götürmeyi dene."

Başına Belayım | Texting ✔︎Where stories live. Discover now