17.Bölüm

1.3K 82 43
                                    

Çok değişik. Hayat kimimize yüzünü gülüyor, kimisine ise sırtını çevirip küsüyordu. Bana küsmüştü. Buraya yerleşmeden önceki hayatımın da bundan çok farklı olduğunu söyleyemem. Çok şey yaşamış, çok şey yaşatmışlardı. Daha öncesinde de yaşamıştım buna benzer bir olay. Bir gün bile geçmeden bulunmuştum. Şu an ise saatleri bırak, günlerdir buradayım. Zaman kavramını yitirmiştim. Sabah oluyor, güneş çok tatlı bir şekilde doğup yüzümü ısırıyordu. Sonra bir anda batıyordu güneş, dışarısı karanlığa bürünüyordu. Ay ve yıldız çıkıyordu gökyüzüne bana bayrağımızı anımsatıyordu. Belki de bir işaret verilmişti, güçlü durmam için ayın yanına büyük ve parıldayan bir yıldız kondurulmuştu. 

Türk Bayrağımızın simgeleri diyorum içimden, güçlü dur diyorum. Kaç gündür birinin gelmesini bekliyorum. Gökyüzündeki ay ve yıldız okullarımızın bahçelerinde, her yerde... Gökyüzüne doğru sallanan bayrağımızı anımsattı. Dökülecekse kanım bir hilal uğruna dökülsün.

Artık hazırdım. Gözyaşı dökmüyordum. Sırtımdaki yaralar kabuk bağlamış, kendiliğinden iyileşmeye başlamıştı. Onlarda acıtmıyordu canımı. Sadece ölümümü bekliyordum. Kesmiştim ümidimi Asaf'tan. Gelmiyordu, gelmeyecekti. 

Bekliyordum. Beni günlerce bir sandalyede oturtmuşları. Yemek ve su dışında kimse benimle konuşmuyordu. Maskeli adam gelmiyordu. Sesimi unutmamak için kendime şarkı söylüyordum. Sesimi de kaybetmeyeyim diye düşünüyordum ama bildiğim bir şey vardı ki ölecektim. 

Yaptığım şey farkına varılmıştı. Bir parça ekmek, peynir ve bir bardak su geliyordu. İki defa ya da üç defa getiriyorlardı bir günün içerisinde. Cezamı bu şekilde mi verecekler, diye düşünüyorum. Ama sonra aklıma sırtıma yediğim kemer darbeleri geliyor. Ön cezamı kemer ile kesilmişti. Yemek vermeyip aç bırakıp kendi ellerini benim kanıma bulamadan ölmemi niye beklemediler, diye bir soru da düşüyor aklımın en ücra köşelerine. Sonra diyorum ki, acı çekerek ölümümü izlemek varken neden açlıktan ölüşümü izlemek istesinler ki? 

Sonra çok farklı bir düşünce nüksediyor beynime. Tüm timi öldürüp bir tek Asaf'ı bırakmak isteyenlerin bir şeyin peşinde olduğunu anlıyorum. Beni koz olarak kullanacaklardı. Kendi kafamdan uydurduğum o mesajlar aslında doğruluğu kanıtlayan yegane düşünceleriydi. 

Kendi ölüm fermanımı imzaladığım o kağıt işleme ne zaman geçecekti? Kaç gün geçmişti aradan? Kaç gündür yorgundum? Bir mi, iki ya da üç? 

Yeşim... O kıza bir şey yapmışlardı. Evet, ölmemişti. Buna çok sevinmiştim. Fakat o kızın bu adamların ellerinde ne işi vardı? 

Yeşim'i arabaya binmeden önce görmüştüm. Maskeli adam benim tek bir laf daha etmeme izin vermeden minibüse bindirmişti. Arkamızda Yeşim'i bırakmıştık. Onu korumak için beni bindirdikleri araçta her şeyimi ortaya koymuştum. Ama nafileydi. Kimse ağzını açıp tek bir laf bile etmemişti. Ona ne olduğunu, ne yaptıklarını, bilmiyordum. Kendi canım umurumda bile değildi. Yeter ki o kıza bir şey olmasın. Çünkü ona söz vermiştim. 

Beynim de o kadar fazla düşünceler geziyordu ki bunların altında eziliyordum. Gün geçtikçe yok olduğumu hissediyorum. Bir an önce ölüm anımın gelmesini ve bu hayata gözlerimi yummak istiyordum. Bir kaç günde o kadar yorulmuş ve o kadar bitkin düşmüştüm ki bedenim bunu kaldıramamıştı. 

Ellerim ve ayaklarım sandalyenin arkasına bağlıydı. Geceydi ve her yer karanlıktı. Başımı sola doğru çevirdim. Kaç gecedir olduğu gibi yine ordaydılar. Ay ve yıldız, ayakta durabilmem için bana güç vermeye gelmişlerdi. 

Bir anda gözlerimin önüne küçük Ecmel'in görüntüsü düştü. İki elimde de Türk Bayrağı sürekli sallıyorum, kırmızı eteğimi giymişim. Önümde bir sürü insan var, yanımda sınıf arkadaşlarım. En çok benim sesim çıksın diye daha fazla bağırmıştım daha sonra ise sesim kısılmış ve bir süre olmayan sesimle gezmiştim. Ama değerdi. En çok ben bağırmıştım. Benim sesim gitti, en çok ben seviyorum, diye gezinip durmuştum.

DİLHUNWhere stories live. Discover now