1.3

225 26 9
                                    

Butterfly çok sevdiğim bir şarkıdır ve bölümü yazarken dinleyince bölüme ne kadar uygun olduğunu fark ettim. Sözlerine iyi bakın 🥺💜

10 ay sonra. Çin.

Geçmişte yaşadığınız şeylere sımsıkı tutunmak bugünü yaşamanızdaki en büyük engeldir. Geçmişi unutmak ise bugün olduğunuz insanı değiştirmek, reddetmektir. Bu ikisi arasındaki dengeyi en iyi şekilde oluşturmak ise çok zordur.

Son zamanlarda bunun üzerine çok çalışıyordum. Ne geçmişe bağlı yaşamak istiyordum ne de geçmişte yaşadığım şeyleri unutmak istiyordum. Hepsini kafamda bitirip anılarımın bulunduğu rafa koymaya çalışıyordum. Yapabileceğim en sağlıklı şey buydu, doktorumun dediğine göre.

Bazı şeyleri atlatmak çok kolayken ve kısa sürerken, bazıları haftalarımı ve uykularımı almıştı. Kabullenmem çok zor olmuştu çünkü.

Ama artık çoğu şeyi arkamda bırakmıştım ve eskisinden kesinlikle daha iyiydim.

Yaşamak için, daha doğrusu mutlu bir şekilde yaşamak için, bazı insanlara ihtiyacım olduğunu düşünmüştüm hep. Onlar olmazsa kendimde büyük bir eksiklik olduğunu ve mutsuzluğumun sebebinin bu olduğunu düşünmüştüm. Her ne kadar eksiklik hissi gerçek de olsa, mutlu olmak için birilerine ihtiyacım olmadığını anlamıştım. Mutlu olmak için gereken tek şey sağlıklı bir psikolojiydi ve ben ona şu an sahiptim.

Özlüyordum. Jongin'i, Yixing'i; Junmyeon'u ve tabii ki işimi ve iş arkadaşlarımı. Ama özlemle nasıl başa çıkmam gerektiğini çok iyi öğrenmiştim.

Yaklaşık bir yıldır Çin'deydim ve tedavi görüyordum. Tek başıma. Annemin bana veda ettiği gün her şeyin mahvolduğunu düşünmüştüm. Daha kötüsünü yaşayamayacağımı, her şeyin sonuna geldiğimi hissetmiştim. Ama birkaç gün sonra annemin intihar haberini aldığımda her zaman daha kötüsü olduğunu görmüştüm. Her zaman daha kötüsü vardı ve ben daha sona yakın bile değildim.

Yine de hissettiğim çöküntüyü tarif etmem mümkün değil. Ölü gibi yaşıyordum, gözüm kimseyi görmüyordu. Benim bok gibi halimi gören Jongin ise abim ve Dr. Kim ile konuşmuş ve benim buradan uzakta tedavi görmem gerektiğini söylemişti. İlk başta karşı çıktım, onsuz iyi olabileceğime asla inanmıyordum. Ama Jongin bana başka şans bırakmamıştı. Kore'de kalsam bile benimle görüşmeyeceğini söylemişti, terk etmişti yani.

Uzun lafın kısası, her şeyi bırakıp Çin'e gelmiştim. Abim her ne kadar benimle gelmek konısunda ısrar etse de kabul etmemiştim, yalnız olmamın en iyisi olduğunu söylemiştim.

"Eski doktorun aradı beni dün." Son zamanlarda seanslar eskisi kadar uzun sürmüyordu ve daha çok günlük şeylerden konuşuyorduk. Zor kısmı atlatmıştık yani.

"Ne dedi?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak. Dr. Kim gelişimimi takip etmek için sık sık arıyordu Dr. Wu'yu. Ama son zamanlarda iyi olduğumu bildiği için arama sıklığı azalmıştı, bu yüzden bir hafta içinde iki kere araması şaşırtmıştı. "Yine aynı şeyler aslında. Pek farklı bir şey konuşmadık." Kafamı salladım verdiği cevaba. "Kore'yi özledin mi?"

Sırtımı koltuğa yasladım ve Dr. Wu'ya bakarak cevapladım sorusunu. Artık hislerimi anlatırken insanlara bakmak daha kolaydı. "Çok. Her şeyi çok özledim. Ama dönmeye korkuyorum."

"Neden?" Dr. Wu ellerini masanın üzerinde birleştirip öne doğru eğildi.

"Dönünce her şeyi farklı görmekten korkuyorum sanırım. Aynı kalması imkansız, biliyorum ama yine de korkuyorum."

"En büyük korkun Jongin olabilir mi acaba? Onunla yüzleşmeye korkuyor olabilir misin?" Kafamı salladım hemen. O kadar uzun zaman geçirmiştik ki beraber, benden daha iyi anlıyordu beni. "Beni sevdiğini biliyorum ama hâlâ beni beklediğini düşünmüyorum. Belki de hiçbir şekilde iyi olmayacağımı düşündüğü için gitmemi istedi, iyi olup ona döneceğimi düşünse söylerdi diye düşünüyorum."

"Eğer söyleseydi gider miydin?"

"Nasıl yani?" Bu sefer ben öne doğru eğildim ve dirseklerimi bacaklarıma yasladım. "Eğer 'ben seni bekleyeceğim, iyi ol ve bana gel' deseydi gider miydin? Bence gitmezdin. Onun daha fazla seni beklemesini istemiyordun, bunu kaç kere söyledin bana. Jongin de bunu biliyordu bence. O yüzden seni terk etti, senden vazgeçtiği için değil."

"Yani hâlâ ona dönmemi mi bekliyor?" diye sordum şaşkın bakışkarla. Hiç böyle bakmamıştım bu duruma.

"Bunun garantisini veremem Shixun. Bu sadece bir ihtimal, bana anlattığın Jongin'i tanıdığım kadarıyla düşündüğüm bir ihtimal. Ama öyle ya da değil, gerçeği burada kalarak öğrenemezsin. Korkunu anlıyorum ama bu korkuyla savaşman gerekiyor. Ki bu zamana kadar daha kötülerini yendin, bu senin için çocuk oyuncağı olmalı.

"Hayatının büyük çoğunluğu dün ve yarın için endişelenmekle geçti. Hâlâ öylesin, Kore'ye döndüğünde neler olacağından endişeleniyorsun. Ama dünü düşünmekten ve yarın için endişelenmekten bugünü yaşayamıyorsun. Ve mutlu olmanın önündeki en büyük engel bu. Düşünme artık yarını Shixun, bir dakika sonrasını bile düşünme. Şu an ne yapmak istiyorsan onu yap, kimin yanında olmak istiyorsan ona git. Ama artık bir şeyler yap bugünün için Shixun."

"Şu an sadece Jongin'i aramak istiyorum." dedim oturduğum yerden kalkarken. Tatlı telaşım ve yüzümdeki gülümseme Dr. Wu'yu da gülümsetmişti. "Ara o zaman." dedi beni onaylayarak. Daha fazla bir şey söylemeden hemen çıktım odasından ve sessiz olduğuna emin olduğum yangın çıkışına ilerledim. Ağır kapıyı açıp merdivenlere çıktığımda derin bir nefes aldım ve telefonumu cebimden çıkardım. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi hissediyordum.

Rehberden ismini buldum ve çok fazla düşümeme imkan vermeden aradım. Arama sesiyle beraber heyecanım daha da arttı. Şu an dışarıdan biri izlese tam bir gerizekalı olduğumu düşünürdü, ellerini ve ayaklarını boş boş hareket ettirip soğuk terler döken birini her gün görmediklerine emindim.

Elimde tuttuğum telefondan Jongin'in boğuk sesini duyduğumda kalbim atmayı bıraktı. Ve tüm heyecanım, telaşım yok oldu. Olduğum yere çakılandım sanki. Cevapsız bıraktığım için Jongin bir şeyler soruyordu ve konuşmazsam kapatacağına emindim, yeni bir numaraydı ve Jongin bilmiyordu bu numarayı.

"Jongin." diye mırıldandım telefonu kulağıma dayar dayamaz. Bu sefer sessizlik sırası ondaydı. Ama o çok uzatmadı ve derin bir nefes alıp ismimi mırıldandı. "Tanrım, Sehun. Çok uzun zaman oldu, ne diyeceğimi bilmiyorum." dediğinde atmayı kesen kalbimin bir de ortadan ikiye ayrıldığını hissettim. Ne çok ayrı düşmüştük biz? Ayrıyken mutlu olamayan biz, bir şekilde hep ayrılıyorduk. Nasılın ve nedenin bir önemi yoktu. Bizim hak ettiğimiz şey bu değildi, yanından bile geçmiyordu. Biz hep yanyana ve mutlu olmayı hak ediyorduk.

"Özledim seni." dedim gözümden bir damla yaş düşerken. O boş kelimeleri söylemek istemiyordum. Onun yerine onu ne kadar sevdiğimi ve özlediğimi söylemek istiyordum. "Ben de seni çok özledim." dedi, sesi titremişti.

"İyi misin?" diye sordu ardından. Kafamı salladım gözyaşları içinde, daha sonra göremeyeceği için cevap vermem gerektiğini fark ettim. "Evet, evet çok iyiyim. Yani çok iyi değil çünkü seni özledim ama onun dışında iyiyim." Kıkırdadı sözlerime. "Sen nasılsın?" diye sordum ben de gülümseyerek.

"Seninle aynı. Sana olan özlemim dışında çok iyiyim."

Burmumu çektim ve gözyaşlarımı sildim. "Sonra konuşalım mı? Şu an gitmem gerek, ararım ben seni." dedi kısa bir sessizliğin ardından. Daha uzun konuşamayacağımız için üzülsem de kendimi daha çok konuşacak zamanımız olduğuyla ilgili teselli ettim telefonu kapatırken. Artık özlemim çok daha fazlaydı ama baş edebilirdim. Çünkü en kısa sürede geri dönecektim ona.

-

Cuma günü vizelerim bitmemiş gibi haftaya finallerim başlıyor. Ağlıyorum.

love yourself | sekaiWhere stories live. Discover now