1.4

223 30 6
                                    

"Sonra konuşalım dedi ve telefonu kapattı?" Luhan onuncu kez inanamayarak sorduğunda yeniden kafamı salladım. Çin'de kaldığım bu sürede yanımda hep Luhan vardı, hem beraber çalışıyorduk hem de beraber yaşıyorduk. Ona Jongin'i anlatmıştım, bu yüzden son yaptığı şeye çok şaşırmıştı. Benim ona anlattığım Jongin'in yapacağı bir şey değilmiş ona göre.

Ben ise ne düşüneceğimi bilmiyordum doğrusu. Kızamıyordum Jongin'e, benimle konuşmak zorunda değildi tabii ki. Ama kırgındım da, en azından bir dakikadan daha uzun konuşsaydık.

"Hâlâ inanamıyorum. Bir şey eksik bu senaryoda. Yixing'le konuştun mu? Jongin'le görüşüyor muymuş?"

Elime çekmeceden bir kaşık alıp yaptığım çorbanın tadına bakarken kafamı iki yana salladım. "Konuşuyorum ama Jongin hakkında hiçbir şey söylemiyor. Ben de sormuyorum." Şüpheci bakışlarını benden alıp önündeki yemeğe çevirdi. Benim sorunlarımı bırakıp yemeği ile ilgilenmezse müşteriler aç kalacaktı.

"Şef, bir müşteri sizinle görüşmek istiyor." Kafamı sesin geldiği yöne, mutfak kapısına doğru çevirdim kime söylediğini anlamak için. Bana yönelik konuşmuştu. "Ne zamandan beri her müşterinin yanına gidiyoruz?" dedi Luhan benim konuşmama fırsat vermeden. Haklıydı, bu kadar işimi bırakıp öne geçemezdim. "Geldiğinden beri sürekli Shixun şefle görüşmek istediğinden bahsediyor. Yemeğin çok güzel olduğunu falan söylecekmiş. Çok ısrar etti o yüzden bir sorayım dedim."

"Meşgul olduğum için gelemediğimi, notunu senin bana ilettiğini ve teşekkür ettiğimi söyle." dedim bakışlarımı garsondan çekip yeniden yemeğime dönerken. "Şef bir de şey..." Luhan sinirli gözlerle yeniden garsona döndü. "Bitmedi mi?"

"Bay Zhang'ın yakın arkadaşıymış, öyle dedi."

"Adını söyledi mi?" Luhan Yixing'in tüm arkadaşlarını tanırdı ve biri buraya gelecek olsa eminim ki önce ona haber verirdi. "Hayır. Ama Çinli değil, Koreli biri." Garson yeniden konuştuğunda Luhan bakışlarını bana çevirdi. "Git bak istersen, tanıdığın biri olabilir."

"Çin'deki her Koreliyi tanıyor değilim ya. Yemeği bırakamam, gerek yok."

"Ben hallederim, git sen." Bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde gözleriyle bile gitmemi söylüyordu sanki. Bu yüzden yaptığım işi bıraktım ve önlüğümü çıkarıp garsonun peşinden ilerlemeye başladım.

Aklıma kimse gelmiyordu doğrusu, burada olduğumu bilen kimse yoktu çünkü. Herkes gittiğimi biliyordu ama Çin'de olduğumu ve çalıştığım yeri bir tek Yixing biliyordu.

Kalabalık masaların yanından geçip müşteriye doğru ilerlerken telefonuma gelen mesaj sesiyle irkildim. Cebimdeki telefonu çıkarıp mesaja bakarken aynı zamanda kimseye çarpmadan yürümeye çalışıyordum.

Mesajı açtığımda büyük bir titreme geçti bedenimden. Hâlâ nasıl yürüyebiliyordum emin olun hiçbir fikrim yoktu. Jongin'den gelen bir "seni özledim" mesajı varken nasıl başka bir şey düşünebilirdim ki?

Önümdeki garson bir masanın önünde durunca mecburen mesaja cevap vermeden telefonu yeniden cebime koydum. Kafamı kaldırdığımda ise karşımdaki bedenle öncekinden daha büyük bir titreme bedenimde dolaşmaya başladı. Jongin buradaydı. Tam bu masada, tam şu anda; gülümseyerek, ışıltılı bakışlarıyla bana bakıyordu. Kalbim bu kadar hızlı atmaya devam ederse çıkacıktı göğüs kafesimden, emindim. Hatta şu anda emin olduğum tek şeydi.

Jongin burada olmayabilirdi, her şey tamamen benim hayal gücüm olabilirdi. O kadar çok özlemiştim ki onu, halüsinasyon görüyor olabilirdim. Ama hayal görürken bile kalbim çok hızlı atıyordu. Onun hayali bile beni paramparça etmeye yetiyordu.

love yourself | sekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin