十六 / 16:00 tokyo-kyoto seferi

413 60 156
                                    

Nisan, 1943


TOKYO, JAPONYA





kerry muzzey - the secret history









Akira & Ryo'nun düğününden on gün önce


Onun ağzından çıkan kelimeler, beni bir daha toparlanamayacak kadar yıkalı tam on gün olmuş, gerçekliği algılamamsa on bin yıl sürmüştü sanki. Gözlerimi açtığım her yeni gün, güneş ışıklarıyla dolu bir karanlıktı. Tek bir lokma yiyemeyecek kadar şiddetli mide bulantıları yaşıyor, bacağımın travma sonrası bana hala orada olduğunu hatırlattığı ağrılarını en derininden hissediyor, nefes almak bile yorucu geliyordu. Onu böyle basit bir şekilde kaybetmek istemiyordum ancak ne yapacağımı bilemiyordum da. Bana Kage diye seslenmesi, belki de bu ümitsizliği kalbime aşılayıp ondan uzak durmamı sağlamak için bir bahaneydi. Ancak her gece kulağımda bu ismin yankılanmasını engelleyemiyordu.

Küf kokulu bodrumunda yıllarca kaldığım o evin uzağında durup onu öylece izlemek, yalnız kaldığı anlarda fırsat bulup yanına gittiğimde reddedilmek, bakışları gözlerime değdiğinde o yakıcı soğukluğu hissetmek işkenceden beterdi. Ömrüm boyunca defalarca kez kederle boğuşmuştum ama bu his, çoğundan beterdi. En son böylesine derin bir yarayla kaplandığımda, büyükannem gözlerimin önünde kurşuna dizilmişti. O gün, beni de onunla göndermemeleri ne büyük talihsizlikti. Okyanus ötesi yabancı bir ülkede, kaderime asla yazılmamış bir kız uğruna bu acıları yaşamaz, suçu olmayan insanları amaçsızca öldürmezdim. Evrende yer kaplamaya lüzumu olmayan bir varlık gibi rüzgarda savruluyordum ve her geçen gün gözlerim derin bir boşlukla kaplanıyordu.

Fakat bir Pazar günü, düğün törenine tam on gün kalmıştı ki oda arkadaşım Wannabe durumuma daha fazla dayanamadı ve bana bir fikir sundu. Başta takatsizce dinliyormuş gibi yapıp boşlukta kayboldum ama sonra birden dediği şey, hiçlikten daha akla yatkın geldi. Madem öyle ya da böyle bu dünyadan göçecektim, o halde bir süre de olsa mutluluğu yaşamaya hakkım olmalıydı.

Fikri ertesi gün Akira'ya da anlatıp onu ikna etmek için Wannabe'den yazma konusunda yardım alıp Hye Won aracılığıyla bir mektup gönderdim ve saat beşte onu kilerde beklemeye başladım. Mektubun ulaştığına emin olmama rağmen, Akira saat altı olduğunda da ortalarda gözükmeyince umutsuzluğa kapılmaya başladım. Fakat bu, ertesi gün de aynı saatte onu orada beklememe engel olamadı. Umut, benim için sınırlı ama sınırlılığının içinde bir sınırsızlık barındıran tuhaf bir histi. İkinci gün de ilki gibi başarısızlıkla sonuçlansa dahi üçüncü gün de orada olacağımı biliyordum.

Kuşların cıvıldadığı bahar sabahında Wannabe ile kahvaltımızı yapmak için yemekhaneye gittiğimizde, neredeyse kimse yoktu. Askerler, yaklaşık on dakika sonra akın akın içeri doluştuğunda biz de kalkmaya hazırlanıyorduk ki, arkamdan gelen tanıdık bir ses duydum. Metal sesleri ve uğultularla dolu bu yemekhanede, öylesine yüksek sesle konuşup kahkaha atıyordu ki, onu tanımamak elde değildi.

"Bir hafta sonra karım olmayacakmış gibi uzak duruyor benden." dedi öfkesini belli eden sert bir tonda. "Babası arada olmasa ben yapacağımı bilirdim de, sonra korkar da vermez diye kendimi durduruyorum."

Masadakilerin pis kahkahaları, kulaklarımı aşındırıyordu. Wannabe başını usulca iki yana sallayıp kendince beni durdurmaya çalışsa da, öfke dalga dalga bedenime yayılmıştı çoktan. Onun adına böyle çirkin konuşmasına katlanamıyordum.

"Sen sahiden seviyor musun bu erkek fatmayı ya?" diye sordu askerlerden biri. Aşağılayıcı ve iğrenir gibi bahsetmişti. "Pek de sevilecek biri gibi değil. Ayrıca öfkesini de kontrol edemiyor, geçende bizim Taro'ya fırça çekmiş sırf yeterince iyi koşamadığı için. Çocuk napsın, bu aralar dizleri çok ağrıyormuş, koşamaz tabii. Dinlememiş bile.."

diphylleia grayi | kthHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin