六 / üzdüğü kadar üzülür insan

587 82 208
                                    



Eylül, 1942


TOKYO, JAPONYA


tokyo ghoul ost - white silence




İnsan üzdüğü kadar üzülür, derdi büyükannem. Başkasına verdiğimiz sıkıntıların aynı oranda bize döneceğini, kırdığımız kalp kadar kırılıp döküleceğimizi söylerdi hep. Akla yatkın gelmiyordu o zamanlar. Çocuktum ve çocukluğun getirdiği hafif yüreklilikle başımıza gelen olayların sorumlusu her kimse, -ki o zamanlar o Tanrı'ydı-, nasıl acı çekecekti ki? Bu hale gelmemizin sebebinin içleri karanlık nefret ve kötülük dolmuş insanlar olabileceği aklımın ucuna gelmezdi. Fakat artık görüyordum ki, bazen üzdüğümüzden de fazla üzülebiliyorduk. O günden sonra Akira'yı ortak eğitimler haricinde göremez olmuştum. Ne zaman yanına gidip sohbet açacak olsam, ayakları hızla hareket ederek terk ediyordu sınırlarımı. Belki de Ginza'ya geldim gelesi, ilk kez gerçek yalnızlığımı hissetmiş, bugüne değin beni gerçekten hayatta tutan şeyin o küçük kız olduğunu anlamıştım. Fakat bu farkındalık öylesine can sıkıcı ve yaralayıcıydı ki, artık onu gördüğümde ben kaçmaya başlamıştım. Sefaletimi, başıboşluğumu ve bu koca evrende kendi ışığıyla bile yetinemeyen bir canlı olmayı hazmedemiyordum. Ne bekliyordum ki zaten...

Terfi günü gelip çattığında 40,41,42 ve 43. Birlik olarak bütün askerler sıraya dizilmiş, Albay Hirano ve Yüzbaşı Hiro'nun gelmesini bekliyorduk. Kendi yerime geçmeden önce cephaneden bakımda olan silahımı almaya gittim. Geri dönüş yolumda dikkatsiz biri sertçe koluma çarptı ancak dönüp ona bağıramayacak kadar kötü hissediyordum bugün. Öfkemi bastırıp yürümeye devam ederken tam önümden geçen tanıdık kişiyle karşılaşınca birden duraksadım ve kalabalığın arasında adını mırıldandım. Dönüp bana bakmasını, en azından küçük bir merhabayı çok görmemesini dilemiştim ama olmadı. Akira yüzünü dahi çevirmeden hızlı adımlarla, gerçek bir asker gibi güçlü bir şekilde yürüdü gitti. Daha fazla orada dikilemeyeceğimi anladığım an ben de yerime geçmiştim ancak az önceki olay ruhumu ihtimal varmış gibi daha çok daraltmıştı. Dikkatimi dağıtabilmek adına çevremi inceledim fakat şahit olduğum şey, durumumu iyi yapmadı. Etrafımdaki çehrelere sinmiş heyecanı ve gerginliği görebiliyor, hızlı soluk alışverişlerini duyabiliyordum. Savaşın getirdiği vatan kurtarma iç güdüsüyle perçinlenen er hissiyatları onları alabilecekleri terfi için heyecanlandırıyor olmalıydı. İstemesem de zihnimde bu anı kendi vatanımda, Joseon'da yaşama ihtimalim belirdi. Bağımsız bir ülke olarak, sınırlarımızı korumak için savaşıyor olsaydım ve aynı şekilde orada bekleseydim, yaşasaydım bu anı...

Düşüncesi bile mutlu etmiş, ancak bir o kadar kırmıştı kalbimi. Bakışlarımı etrafımdan çekerek dış dünyayla ilişkimi kestim ve iki yıldır edindiğim bir alışkanlık olan, zihnimin içinde yaşamaya geri döndüm. Zaten o esnada beklediğimiz iki komutan da ellerinde koyu kırmızı renkteki kutularla -muhtemelen askeri arma kutularıydı bunlar- gelmişti. Hazır ola geçip selamladıktan sonra nemli sonbahar sıcağından pek de hoşnut görünmeyen, tombul yanakları iyice kızarmış olan Albay Hirano gür sesiyle konuşmaya başladı.

"Bildiğiniz üzere bundan yaklaşık beş ay önce başarıyla bitirmiş olduğumuz Pearl Harbor seferinden dönen askerlerimiz ve kıdemlilerimiz var. Bugünkü terfi töreni de onları onurlandırmak ve bu başarılı sürecin devamına teşvik etmek amaçlıdır."

Topluluktan çıt çıkmıyor, etrafı kaplayan tek farklı ses kuşların cıvıltıları oluyordu. Albay konuştukça içim sıkılıyor, içerisinde bulunduğum kıyafet beni boğuyordu. Pearl Harbor ismini duymak dahi beynimde şimşekler çaktırıp damarlarımda dolaşan tüm kanı emerken hala daha dimdik durabildiğime şaşıyordum. Her gece rüyalarıma giren, silahımdan çıkan kurşunla vurduğum o suçsuz insanları düşünüyordum. O kadar yakınımdaydı ki o an, üzerinde yeşil bir kazak ve ayaklarında yırtık ayakkabılarıyla duruyordu öylece karşımda. Çok yakındı ve bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Belki de bana yalnızca cephaneliği koruyan bir memur olduğundan bahsediyordu, belki de evde onu bekleyen karısını ve çocuklarını anlatıyordu. Ben ne yapmıştım böyle? Nasıl basmıştım o tetiğe ve nasıl bulaşmıştı o masum insanın kanı yüzüme? Ellerim titriyor, saç diplerimden çeneme doğru süzülen ter damlalarını hissediyordum.

diphylleia grayi | kthHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin