十九 / hayallerle değil, anılarla ölmek

518 56 218
                                    

merhabalar, öncelikle aradan epey zaman geçtiği için üzgünüm. yazmak için enerji ve motivasyon eksikliği yaşadım, elim klavyeye gitmedi. fakat artık döndüüm! af dilemek adına bu bölüm epey uzun yazıldı. umarım geçmişle ilgili olan bu bölümümüzü sever ve güzel yorumlarınızı eksik etmezsiniz. kalın sağlıcakla 💓


Nisan, 1943



KYOTO, JAPONYA



bts - your eyes tell






Yazgısından öteye gidemezdi insan. Alacağı fazladan tek bir nefes dahi yoktu ona biçilenden başka. Ellerimi tutup beni vagona çeken o güç, aslında hala yaşamam gereken günlerimdi. Bana hem cenneti hem de korkunç cehennemi yaşatan günlerim... Vazgeçmeye bir adım kalmış çaresizliğim, şimdi gözlerimi kör edecek ışığıyla parıldayan bir ümide dönüşmüştü. Oturduğum yerde titremeye devam eden dizlerim, sıcacık elinin değmesiyle durduğunda nemli gözleriyle bana baktı ve kollarını boynuma dolayıp beni kendine çekti. Dilim damağım kurumuş, gülümsemeyi dahi beceremeyecek kadar tutulmuştum. Ilık damlalar enseme düşerken, hala rüyadaydım sanki.

"Nasıl bunu yapmayı düşünürsün?" diye sızlandı boğuk çıkan titrek sesiyle. "Beni sonsuza kadar terk etmeyi nasıl düşünebilirsin?"

Titremelerine engel olamadığım dudaklarım bir fırtına gibi gelen duygularımın habercisiydi. Saçlarını okşayıp sırtını sıvazlarken, bir rüyada değil, gerçekten onunla trende olduğumu idrak etmiştim sonunda. Yüzünü avuçlayıp alnımı alnına yaslarken ikimiz de sessizdik ama kalplerimizde savaş vardı. "Geleceğini biliyordum." dedim tekrar ve tekrar. "Beni bırakmayacağını biliyordum."

Ölmeyi istememiştim ben. Gerçekten santimetreler kaldığında anlamıştım bunu. Henüz bu hayattan öcümü alamamış, bana yaşattıklarının yanında güzel hatıralara doyamamıştım. Haksızlıktı bu. Her şeyimi benden alan bu ömür, nasıl olurdu da bana tek bir huzur vermeden çekip gidebilirdi? Akira, benim savaşımın kahramanıydı. Bundan böyle, yalnızca o ve kendim için yaşayacaktım. Hayattan intikamımı, severek, gönlümce yaşayarak alacaktım.

Raylara değen tekerlerin tatlı tıngırtısı kulaklarımıza dolan tek sesti. Omzuma yasladığı başı ve yanaklarımı gıdıklayan saç telleri beni ağlatacak kadar güzeldi. Tek bir anda kalabilmeyi seçebilseydik şayet, düşünmeden burada kalırdım. Yanımda onun varlığı, ayaklarımın dibinde portakallar ve trenin bizi götürdüğü yeni hayatımız.





Miracle Otel'i bulmak beklediğim kadar kolay olmamıştı. Kyoto, ne Akira'nın ne de benim tanıdığım bir şehirdi. Kalabalık caddelerine Tokyo'dan aşina olsak dahi şehrin kendine has akışı bizi hiç bilmediğimiz noktalara sürüklüyordu. Ellerinde iki küçük çanta ve gözlerinde belirgin tereddütle sağa sola bakınan iki yabancıydık bu şehre. Kararan gökyüzüyle birlikte daha da zorlaşan yol bulma macerası, sonunda bir yerliyle konuşup otelin yerini öğrenmemizle son bulmuştu. Yola çıktığımızdan beri sessizliğini koruyan Akira, otel konusunda da yalnızca beni onaylamakla yetinmiş, o an bir şey söylemesem de bu hali beni biraz huzursuz etmişti. Neleri ardında bıraktığını, kendini nasıl büyük bir riske attığını biliyordum ve en büyük korkum da bundan pişmanlık duymasıydı. Onu buna zorlamıştım, en bencil isteklerimle onu peşimden sürüklemiştim.

Otelin parlak ışıkları göründüğünde aklımdaki düşünceleri okumuş gibi elimi tuttu ve iç ısıtan bir tebessümle baktı bana. Bana öyle iyi geliyordu ki. Tüm korkularımı, yalnızlığımı ve acılarımı unutturacak kadar güçlüydü.

diphylleia grayi | kthHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin