二十 / bana bir özür borcun var

458 58 212
                                    

Aralık, 2020





SEUL, GÜNEY KORE






taemin - under my skin





Hava beklediğimden de serindi bu sabah. Zaten Aralık ayının ilk günü için başka türlüsünü beklemek de saçma olurdu. Rüzgar yanaklarımı kızgın bir alev topu gibi yalayıp geçerken, sabahın köründe bunu yaptığıma inanamıyordum. Taksiden ineli daha iki dakika geçmemişti ama içimde tekrardan taksiye binip geri dönme hissiyatıyla boğuşuyordum. Neyse ki sonunda evinin olduğu sokağa girdiğimde içimdeki bu geri dönme arzusu, birden kendini merak duygusuna bıraktı.

Kendi kendimi inandırmak istediğim düşünceler arasında en barizi, dün gece ona gereğinden fazla sert çıkıştığımı hissetmemdi. Aslında doğrusunu söylemek gerekirse pişman değildim, o anda ona öylesine kırgındım ki farklı bir şekilde davranmam imkansıza yakındı. Fakat yine de... Bilmiyordum işte. Ayaklarım beni onun olduğu yere çekiyor, kalan gurur kırıntılarımı silip süpürüyordu. Belki biraz konuşabilsek, orta yol bulabilsek ve ben dünkü davranışımın nedenini ona anlatabilsem her şey düzelirdi? Her şey değil, belki bir kısmı düzelse bile yeterdi.

Apartmana girmek yerine kabanıma daha çok sokularak köşede durup onu bekledim. Geçtiğimiz haftalarda her sabah saat yedide koşuya çıktığını söylediği an, benim buraya gelişimin habercisiydi sanki. Buharlaşan nefesimin dumanları kirpiklerime çarparken içimden, "Lütfen bugün bir istisna yapma Taehyung." diyordum. Kötü şansımın bu andan uzak durması için her şeyi yapabilirdim.

Saat yediyi beş geçerken, "acaba bugün koşmayacak mı?" diye kendi kendime mırıldandım. O halde gidip kapısını çalmalı mıydım? Ya hala uyuyorsa? Ya müsait değilse? Ya beni kovarsa? Tanrım, düşüncelerden bir dağ oluşmuştu zihnimde. Kuruyan dudaklarımı birbirine bastırıp vücudumu ısıtmak için olduğum yerde hareket ederken birden duyduğum kapı sesiyle kendime geldim. Beni öylesine öpen bir adam için gereğinden fazla heyecanlanıyordum ve bu hiç iyi değildi.

Üzerinde siyah bir kapüşonlu altında da koyu gri bir eşofman altı vardı. Saçlarını tek eliyle geriye yatırıp şapkasını takarken etrafını kolaçan ediyor, bir yandan da yavaş yavaş yürüyordu. Beni göremeyeceği bir duvar arkasından onu izlerken kendimi bir sapık gibi hissettim. Cebinden çıkardığı bluetooth kulaklıklarını takarken oldukça sakin görünüyor, sabit bir ifadeyle telefonuna bakıyordu. Olduğum yerde iyice kamufle olarak yanımdaki yoldan geçip gitmesini seyrettim bir süre ve yeterince uzaklaştığında saklandığım yerden çıkıp onu takip ettim. Bu bölgeyi çok iyi bilmememe rağmen yakınlardaki göletli parka gittiğini anlamak zor değildi. Hayatı bu kadar sevip erkenden koşuya çıkması inanılmazdı doğrusu. Ben kendimi yataktan çıkarabilsem yetiyordu, koşmak listemde bile yoktu.

Parkta tek tük insan vardı ve kimisi koşuyor kimisi de evcil hayvanlarını gezdiriyordu. Yeşillik alanları, bankları ve koşu parkuru olan, küçük ancak oldukça sevimli bir yerdi burası. Taehyung adımlarını hızlandırıp parkurda ısınırken bir yandan kollarını açıyor bir yandan da başını sağa sola yatırarak esneme hareketleri yapıyordu. Yeterince ısındığına karar verince hafif tempoyla koşmaya başladı ve tam o an, artık onu böyle yürüyerek takip edemeyeceğimi anladım. Bir süre ondan uzakta bir bankta oturup etrafı seyrettim. Nedensizce bir an kendimi işe yaramaz ve yetersiz hissettim. Bu koşmamamdan falan kaynaklanmıyordu ama anlık olarak hayatımın ne kadar kısıtlı ve yönsüz olduğunu fark edince bu kötü duygulardan kurtulamıyordum. Taehyung kız kardeşi için iki işte çalışıp bir yandan da sabahları bedeni için spor yapıyordu. Tamam, sigara içmesi yine bedenine yaptığı bir kötülüktü ama en azından bir şekilde çabalıyordu da. On dakika geçmemişti ki ben bu aptal ve bir nevi kıskanç düşüncelerimle daralmış ve Taehyung benden yüz metre ötede ileriye doğru koşmaya devam ederken parktan ayrılmıştım.

diphylleia grayi | kthHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin