五 / yüz bin yalnızlıkla bir kalabalık büyüttü

629 90 193
                                    



Temmuz, 1942


TOKYO, JAPONYA


isabella's lullaby




Alışmak; bir sese, kokuya, sıcaklığa ve varlığa alışmak.

Benim için izahı zor ve kabullenmesi imkansıza yakın bir şeydi bu. Alıştığım ve kabuk bağladığım her güzel varlıktan acımasızca kopartılmış, yaprakları yok olmuş bir fidan gibiydim çünkü. Alışmayı bir daha tecrübe edeceğime olan inancımın da tamamen yok olduğunu sanıyordum. Yanılmıştım. Ona; benimle geçirdiği her dakikaya, saçlarından havaya karışan hafif vanilya kokusuna, konuşurken istemsizce kaldırdığı sol kaşına, gülünce yanağında göçük gibi oluşan çukura, bir şeye karşı çıktığında korkusuzca bunu savunmasına, gizlice kaldığım sığınağa gelirken yanında daima bir meyve, -atıştırmalık herhangi bir şey, kısaca evde ne varsa- getirmesine, umutsuzluktan gözlerimi açmaya bile mecalim olmadığında beni ikna edip yaşamaya devam etmemi sağlamasına... ben Akira'nın her şeyine alışmıştım. Onu sevdiğimi bile artık inkâr edemeyecek kadar istiyordum yanımda olmasını. Bunun imkânsız olduğunu tüm hücrelerimle bilsem bile, en azından arkadaşım olarak onu elimde tutmak istiyordum. Korkaktım evet. Korkak ve bencilin tekiydim. Henüz ergenliğinin zirvesinde olan, yalnızca duygularıyla hareket edebilen bir Japon kızın, yalnızca yabancı ve esrarengiz bir erkek olarak beni çekici ve ilginç bulduğunu biliyor, önünde sonunda kaçınılmaz olarak kalbini kıracağım gerçeğinin farkında olmama rağmen onu yanımdan kovmuyor, kovamıyordum.

"Ah, o kadar yoruldum ki!" dedi nefes nefese. "Dün fazladan üç saat daha egzersiz yaptım. Haberler pek iç açıcı değilmiş, o yüzden babam programımı hızlandırmamı söyledi. Bir de Ryo aptalı var tabii. Her şey onun yüzünden daha çok zorlaşıyor. Sadece benimle yarışmaya çalıştığını fark ettin sen de değil mi? Sanki bulunduğum konumu hak etmiyormuşum gibi alttan alta laf sokuyor, sersem."

Tüm askerlere tatil günüydü. Akira evden dolaşmaya çıkacağını söyleyerek gizlice benimle buluşmuş, birlikte rahatça çizim yapabileceği bir yere gidiyorduk. Yürürken, her zaman olduğu gibi fazlaca konuşuyordu. Yaptıklarından, babasıyla askerlik hakkındaki planlarından, savaştan, benden... Ben çoğunlukla dinliyor, arada onaylayan, şaşıran sesler çıkartıyor, farkındalığımı kaybetmemeye çalışıyordum. Açıkçası Japoncayı artık iyice öğrensem de bu düşman lisanında konuşmak hala zoruma gidiyordu. Zorla öğretilen, daha doğrusu dayatılan bir dili kendi ağzımdan duymak, beni kendimden soğutmaktan fazlasını yapmıyordu.

"Hey, Taehyung?" Bana kendi adımla seslenen sadece oydu. Dalıp gittiğim düşünce sarmalından ince ama kuvvetli sesi çıkardı. "Beni dinliyor musun?"

"Tabii ki." dedim anında. "Bugün evde kalıp dinlenmeliydin. Benimle gününü harcamamalıydın. Ayrıca Ryo kim?"

İri, badem gözlerini devirip "Yine saçmalıyorsun. Beni dinlendiren sensin. Unuttun mu?" dedi.  "Ryo Maeda'yı nasıl bilmezsin? 40. Birlik'in teğmeni oldu. Ama sebepsizce benden nefret ediyor gibi hissediyorum."

"Birlikteki çoğu kişi senden nefret ediyor." dedim ağzımı tutamadan. Sonradan söylediğimin kaba olduğunu fark ettim ama çok geçti. "Yani, sonuçta albayın kızısın ve-"

"Tamam tamam." dedi lafımı keserek. Bozulmuştu ama bunu ustaca gizliyordu. "Haklısın, ayrıca çok da yetenekliyim." Kötü kız kahkahası attı. "Haklılar."

Bir anda parlayan özgüveni ve hiçbir şey olmamış gibi davranması beni gülümsetmişti. Yürüdükçe başka başka şeyler anlatmaya devam etti. Ses tonu beni sakinleştirdiği ve anlattığı alakasız şeyler düşüncelerimi dağıttığı için bu durumdan memnundum. Ama ilgim, aynı zamanda görünüşü nedeniyle üzerindeydi. Onu üniformayla görmeye öyle çok alışmıştım ki bugün üzerine giydiği çiçek desenli kumaş elbise ve salık bıraktığı, artık kulaklarının arkasına sıkıştırabildiği siyah saçlarıyla, kaküllerini saçlarından ayıran kırmızı bandanası, ince bileğine takıştırdığı boncuklu bileklikler ve ayaklarındaki kırmızı babetlerle bambaşka biri gibi görünmüştü gözüme. Şirin ama bir o kadar da ürkütücüydü. Büyük görünmeye çalıştığı halde küçüklüğünü yansıtıyordu bana. Onu incitmekten korkan bana, şu hâlde bile incittiğim gerçeğini vuruyordu yüzüme.

diphylleia grayi | kthHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin