~54~

245 42 290
                                    




Hayatında değer verdiği çok şey vardı önceden. Basit, sıradan şeylere bile gereğinden fazla değer vermişti. Çocukken yanından ayırmadığı oyuncak askeri mesela. Oyuncakla oynama yaşını geçtiğinde bile, odasının bir köşesinde durmaya devam etti o asker figürü.
Sonra daha büyük sorumluluklar ve daha önemli meselelerle meşgul oldu. Tabii basit, sıradan olanlar da daha kıymetli şeylere dönüştü. Babasının seferden dönmesini dört gözle beklediği anlar, aldığı sıkı ve zor eğitimlerle en iyisi olmak, annesinin güvenini asla boşa çıkarmamak için çok çalışmak...En sonunda da Krallığın menfaati.

Annesi öldüğünde değer vermenin asıl anlamını kavramıştı genç prens. Tüm bunlar katlanılması gereken görevlere dönüşmüştü. Prens Minho, hayatını güzelleştiren ve anlamlı kılan şeyin annesi olduğunu anlamıştı.

Eğitimlerini tamamlamasına rağmen kılıç ve yakın dövüşte gelişmek için çabalamaya devam etmişti o zamana kadar. Nerden bilecekti ki başına böyle bir olayın geleceğini? Bir gece geç saatlerde Komutan Lee ile sarayın askerlere ayrılan kısmında dövüş pratiği yaparken almıştı Kraliçe'nin ölüm haberini.
Bitmişti.
O gün Prens Minho'nun fiziksel güçle pratik yaptığı son gündü. Annesinin ölümüyle yakından alakadar olurken, bol bol düşünmüş ve tamamen zihnine dönmüştü.

Bir şeyleri anlamak için küçüktü belki ama her zaman gözününün önündeki şeyi görebilecek kabiliyetteydi.
Kraliçe'nin intiharından sonra Kral'ın öldürülmesi de son noktayı koymuştu düşüncelerine. Kim yirmi bir yaşındaki, aniden tahta çıkmış toy Kral'ı verdiği karar yüzünden suçlayabilirdi? 

Eski Kral, bir anı olduğu için gözükme şansının olmadığı aynaya bakarken annesinden ona kalan minik tarakla saçlarını şekillendiriyordu. Nerdeyse nasıl göründüğünü unutmuştu. Onca yıl bir gölge gibi olan biteni izlemek, yeryüzüne asla tam anlamıyla inememek de onun ödediği bedeldi.
Tek düşünmesi gereken bu durumdan kurtulmaktı. Çözüm ise basitti.
Prens Chan.
Bir şekilde onu kandıracaktı. Veya ikna ederdi. Belli bir ritüel gerçekleşmezse, asla bir anı olmaktan kurtulamazdı. Bunu ihanetle kalbi kirlenmiş halkından bir kişi bile yapmayacağına göre, en iyi seçenek Prens'ti.

"Neden yine burdasın?"

Eski Kral saçlarını taramayı bırakmış ancak nihayet odasına gelebilen Prens'e dönmemişti.

"Hediyemi beğendiniz mi Majesteleri?"

Prens Chan, aldığı eğitimleri ve ahlaki kuralları bir kenara bırakıp gözlerini devirdi Eski Kral'a. Adı kadar emindi kralın pelerine bıraktığı amblemden bahsettiğine.
Elindeki kitabı komodine bırakıp Eski Kral'a yaklaştı birkaç adım. Hemen farketti aynada gözükmediğini. Bu ister istemez şaşırttı onu.

"Ne tür bir büyü bu. Yoksa hepsi kafamın içinde mi oluyor? Belki de cidden hekime gözükmem gerekiyordur."

Eski Kral alayla gülümseyip döndü ve uzaklaştı aynadan. Şimdi karşı karşıya, yüz yüzelerdi.

"Size varlığımı kanıtlayacağım Majesteleri."

Prens Chan ona bir gizemi çözmek ister gibi baktı. Minho gözlerini bir an ayırmadı Prens'in gözlerinden. Her an tetikte olduğunu biliyordu, kendisi de bir zamanlar prensti. Aşağı yukarı aynı eğitimleri almışlardı. Bu yüzden oldukça yavaş davranmaya karar vermişti.
Sol eliyle Prens'in sağ eline uzandı ve parmaklarına dokundu nazikçe. Sonra bileğini tutup elini kaldırması için teşvik etti onu. Bir dakika geçmeden Prens'in eli, Eski Kral'ın sol göğsüne çıkmıştı.

Prens Chan, avucunun altındaki ritmik atışları hissettiğinde ne tepki vermesi gerektiğini bilemedi. Minho'nun gerçek olduğuna inanmakla kafayı sıyırdığını düşünmek arasında gidip geliyordu hala. Ya bunu da kafasında kuruyorsa? Ama sonuçta ondan kimseye bahsedemezdi. En azından Eski Kral böyle söylemişti. Aksi takdirde söylediği kişi ölecekti.

Banginho Stories 2Where stories live. Discover now