Giriş-Canavar

62 4 0
                                    


Herkese yeniden merhaba! Bugün 28 Ocak 2022. Bağdat'ın ötesini yazmaya başladığım günün yıldönümü. Tam bir sene önce bugün, hatta tam bu saatlerde bana yepyeni bir dünyanın ve Benin kapılarını aralayacak kitabı kurguluyordum ve o günden itibaren hayatımda bir sürü şey daha iyiye doğru değişti. O yüzden serinin devam kitabının ilk bölümlerini bugün yayımlamak da manidar olur diye düşündüm.
İyi okumalar.

Azra'ya... Ve gözü göklerde olan bütün hayalcilere...
Beni haklı çıkar.

HANS

Hayatımda ilk kez bir ceylan görüşümü unutamıyordum. Henüz 10 yaşına bile basmamış, babasının yaptığı her şeye hayran bir çocuk olduğum zamanlardı. Tek istediğim babamın beni de ava götürmesi, yalnız başına geçirdiği o saatlere beni de ortak etmesiydi. Onu sonunda ikna ettiğimde mutluluktan ve heyecandan kendimden geçmiş, hemen odama koşup kendime sadece bir çocuğun sahip olabileceği türden bir heyecanla bir çanta hazırlamaya başlamıştım.

Ancak daha yolculuğun başında hayal kırıklığına uğramaya başlamıştım. Yol fazla uzun, bitmeyen sessizlik fazla sıkıcıydı. At üstünde kilometreler kat etmenin hiçbir eğlenceli yanı yoktu. Babama yakındığımda gamzelerini ortaya çıkaran bir kahkahayla bana karşılık vermişti ve türk kahvesini andıran sıcak gözleri parıldamıştı. "İnan bana oğlum, bu yolu çektiğine değecek."

O an bunun sadece beni geçiştirmek için söylediği bir yalan olduğunu sanmıştım. Ancak feci derecede yanılıyordum.

Aslında o gün hiçbir şey, bir keklik bile yakalayamamıştık. Ama ulaştığımız ormanda geçirdiğimiz vakit bana büyülü gibi gelmişti.

Çevrede tek bir insan yoktu, ağaçların arasından sızan güneş ışığı arada yüzümü ısıtıyor, kuşların cıvıltıları ve yaprakların hışırtıları kulaklarımı dolduruyordu. Sanki başka bir diyarda, evden fersah fersah uzakta gibiydik. Babamın neden kendini sık sık buraya attığını anlamak zor değildi artık. Kim büyülü bir ormanı terk etmek isterdi ki? Öyle ki o dingin sessizlik ruhunuzu sarıp yatıştırıyor, geride bıraktığımız şehrin insanlarla -hayatımıza burunlarını sokmayı seven insanlarla- dolu hayatı önünüzde serilen gerçekliğe kıyasla hayal gibi kalıyordu.

Tam da bunları aklımdan geçirirken ve çevremi hayran hayran izlerken görmüştüm bir daha asla unutamayacağım o yaratığı. Kulaklarıma hafif bir hışırtı sesi gelmesiyle hemen kafamı o tarafa çevirmiş ve az ötemizde otlayan ceylanı görmüştüm. Hayretle babama döndüğümde onun da karşımızdaki mucizeye benim gibi hayranlıkla baktığını fark etmiştim.

Hayvanın parlak, kızıla çalan bir kahve tonunda postu, üzerinde beyaz beyaz benekleri vardı. Yürümüyor, adeta süzülüyorumuş gibi zarif bacaklarının üzerinde asaletle dikiliyordu. Ancak beni asıl hayrete düşüren şey hayvanın gözleriydi.

Hayvanın gözlerinde gördüğüm korkutucu vahşilik eşsizdi. Gördüğüm en güzel yaratıktı ama aynı şekilde karşılaştığım en tehlikeli şeye benziyordu. Ne şaşkınlıktan açık kalan ağzımı kapatabiliyor, ne de gözlerimi ondan alabiliyordum. Bir çocuk aklı için bunlar fazlaydı elbet çünkü ana kadar bir şeyin aynı anda bu kadar güzel ve vahşi olabileceğini hiç tahmin etmemiştim. Ceylan'ın çevik duruşu, onda görebildiğim, hatta hissedebildiğim cesaret...

Babam o gün şansım olursa bir ceylan bile görebileceğimi söylediğinde aklımda güçsüz, çaresiz bir yaratık canlanmıştı. Ancak gerçekte bunların hiçbiri biraz olsun bile doğru değildi. Karşımdaki şey zarif görüntüsüne rağmen olabildiğince vahşi, tehditkar ve saldırgandı. Öyle ki karşımda sükut içinde dikildiği halde ben uzaklardan bir hırlamanın yankısını hissediyordum. Zıtlıklar ve güzellikleri -doğanın içinde barındırdığı her şeyi- adeta tek vücutta taşıyordu. Belki de güzelliği bunlardan geliyordu?

Viyana'nın FısıltılarıWhere stories live. Discover now