6-Kaos

5 0 0
                                    

ADRİAN

Hans'ın karşımdaki koltuğa yığdığı adamın cüsseli vücudu bir çuval patates gibi şekilsiz biçimde öne doğru kıvrılmıştı. Dudağından boynuna kadar inen ince bir yara izi, onu daha da ürkütücü gösteriyordu. Boynundan ise bir haç kolyesi sarkıyordu. Böyle bir adamın din ile işi olabilirmiş gibi...

Ancak beni böylesine huzursuz eden şey bunların hiçbiri değildi. Abimle at arabasına bindiğimizden beri aklımı kurcalayan şey bir anda öğrendiğim onca bilgiydi.

Hans'tan duyduklarımı kafamda evirip çeviriyor, her seferinde mantıklı buluyordum. Ancak yine de içinde olduğumuz bu çılgınlığa inanamıyordum.

Metias Greenberg öldürülmüştü demek? Hans yıllar boyu babasının ölümünü ve araştırmaya çalışınca aldığı tehditleri omuzlarında taşımıştı. İntikamını sonunda aldığında ise olaylar domino taşları gibi birbirini kovalamış ve bizi bu inanması güç noktaya getirmişti.

Tabii, bir de abimin bir katil olduğu ve Hazel'in onu öldürmek için beni açık açık kullandığı gerçeği vardı. Bu bilgilerle ne yapmam gerektiğinden emin değildim. İçinde oldukları durum üzerine düşününce, ikisini de yaptıkları için suçlayabilir miydim? Hans'ın yaptığı şey zaten intikam olduğu kadar bizi -ben, Cassandra ve annemi- korumaya yönelik bir hareketti. Ve Henry Gardner, Hazel'in babası, masum bir adam değildi.

Gözlerimi arabanın dışındaki karanlık boşluğa diktim. Öyleyse beni böylesine huzursuz eden, eldivenlerin içindeki ellerimin terlemesine sebep olan şey neydi?

Ah, elbette. Bir anda o kadar çok şey öğrenmiştim ki yaşadığım şokların hepsi birbirine girmişti. Midemi böylesine alt üst eden şey Hazel'i kendi canına alma noktasına getiren gerçekti.

Hazel bu oyuna babasının kanını yerde bırakmamak için dalmış, kendini defalarca kez riske atmıştı. Ancak başından beri babasının tek amacı kendi canını kurtarmak olmuştu. Tek istediği Hazel'i kurban etmekti.

"Beni cehenneme geri sürükledin."

Hazel'i düştüğü kuyudan çekip çıkaracağım diye söz vermek kolaydı. Peki bu kadar şey yaşamış bir kıza bunu nasıl yapacaktım? Peki aramızda yaşanmış şeyler ne olacaktı? Onlar da Hazel'in oyunun bir parçası mıydı?

Hazel de bir zamanlar benim için bir oyun parçasıydı. Ancak ta Bağdat'ta aramızda alevlenmeye başlamış çekim, onu yanımda tuttukça benim için yadsınamaz bir hal almıştı.

Ona bugün meydan okumuştum. Beni tamamen hayatından çıkarması için bir fırsat sunmuştum ama o bunu reddetmişti, değil mi? Bana hayır diyememişti, bu neye işaretti? Bana karşı hisleri olduğuna mı yoksa onun işine yarayabileceğimden beni yanında tutmak istemesine mi? Bu düşünce mideme bir yumru gibi oturdu.

İç geçirerek ellerimle yüzümü sıvazladım. Elimde bu kadar az ve sınırlı bilgi varken hiçbir tahmin yürütemiyor, hiçbir konuda emin olamıyordum. Önce karşımdaki baygın adamdan öğrenebileceğimiz her şeyi öğrenmemiz, Hazel ve Hans'ın güvende olduğundan emin olmamız gerekiyordu.

"Sence bu işin içinden çıkabilecek miyiz?" diye sordum abime dışarıyı izlerken.

Dudağını ısırdı. "Bilmiyorum. Bu olay her ne ile bağlantılı ise babamın ölüm sebebi. Ne ile karşı karşıya olduğumuzu bilmiyoruz. Sen Hazel'in bize inanacağına emin misin?"

Geçtiğimiz taşlı yolu izlemeye devam ettim. "Sana daha önce inandı, değil mi? Bence sorun bize inanıp inanmaması değil. Bize yardım edecek kadar bu durumu umursaması."

Hans başını dikleştirdi. "Umursayacak. Bundan eminim."

Burnumdan soluyarak kısık bir sesle güldüm. "Şimdi de insan sarrafı mı oldun?"

Başını iki yana salladı. "Ondan değil. Hazel hakkında emin olduğum tek bir şey varsa," dedi kendinden emin bir ifade ile. "o da bunca zamandır başkasının planına uyduğunu öğrenince öfkesiyle tüm şehri yakabileceği."

Sizce Hans haklı mı?
Oy verip yorum bırakarak kitaba destek olmayı unutmayın!

Viyana'nın FısıltılarıTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang