11-Savaş

8 0 0
                                    

HANS

Kızın gözlerinde hiddetle beraber zeka kıvılcımlarının da dolaştığını fark etmem fazla bile zaman almıştı. Yaralı ve güçsüz olduğu halde odayı kolayca domine edebilmiş, tökezlemeden üçümüze de söz geçirmişti. Bütün bunlara katlanabiliyorsa gerçekten hızlıca kendine gelmiş olmalıydı.

Adrian'ın da bizimle hareket edeceğini kararlaştırdıktan sonra ilk iş olarak Hazel'e boş odalardan birini ayarlamıştım. Şimdi ise bir sandalyeye sıkıca bağladığımız boş bir odadaki horultusu kesilmiş baygın izbandutu izliyor, sıradaki hamlemizin ne olması gerektiğini çözmeye çalışıyordum. Çok fazla değişken vardı. Bu yüzden karşımdaki soruna acilen bir çözüm bulmalıydım.

"Bu adamla ne yapacağız?" diye sordu peşimden odaya giren Adrian.

"Sence tıpçı çocuk onu uyandırabilir mi?" dediğimde gerildiğini gördüm. Adamı uyandırıp konuşma fikri belli ki hoşuna gitmemiş olsa da yapabileceğimiz başka bir şey yoktu.

O sırada içeri Benjamin girdi. "Bana gerek kalmayacak ki! Eminim beyefendiye okkalı bir tokat atmaktan çekinmezsiniz," dediğinde histerik bir kahkaha ağzımdan çıktı.

"Cidden mi? Uzman görüşün bu mu?" dedim alayla.

Omuz silkti. "Yani amonyak kullanabiliriz ancak yanımda olmadığı için birinizin idrarını kaynatıp konsantre hale..."

"Tamamdır! Tokat olsun!" diye susturdum onu. Ancak midem çoktan kalkmıştı.

"Harika! İhtiyacınız olursa Hazel'in bandajlarını değiştiriyor olacağım," diye sırıtarak odadan ayrıldığında şaşırmadan edemedim. Adrian'la olan arkadaşlıklarının nasıl yürüdüğünü bir türlü çözememiştim. Bu kadar zıtlıkla birbirlerini dengeliyor olmalıydılar.

Oturduğum sandalyeden kalktım ve temkinli biçimde baygın adamın yanına yürüdüm. "Sıkıca bağladığınıza emin misin?" diye sordum arkamda sessizcde dikilen kardeşime. Adam baygın olsa bile çıplak elleriyle bizi parçalayabilirmiş gibi görünüyordu. Adrian'ın kendinden emin bir şekilde beni temin etmesine rağmen belimdeki ceketimin altına gizlenmiş tabancayı çıkardım. Horozu çektikten sonra Adrian'a uzattım.

Kardeşim bir bana bir de elimdeki tabancaya baktı. Kaşları çatıldı, beni elimde bir tabanca ile görmekten hiç hoşlanmamış gibiydi. "Ne zamandan beri silah taşıyorsun sen?"

"Önüme gelen herkes beni öldürmeye çalıştığından beri. Ne olur ne olmaz, tetikte olmanı istiyorum," dedim ciddiyetle. Adrian iç geçirip başını salladı ve tabancayı aldı.

Adama yaklaştım. Yüzüne tokatı geçirdiğimde yanağına çarpan elimin sesi boş odada yankılandı. Adam kılını bile kıpırdatmadı.

"Ölmüş olabilir mi?" diye sordum tabancayı elinde sıkıca adama doğrultan Adrian'a bakarak. Silahı garip bir biçimde adama doğrultmuş, yüzüne kaskatı bir ifade yerleşmişti. Gergin görünüşüne gülersem daha da sinirleneceğini bildiğimden kendimi tuttum.

"Nabzı atıyor," dedi tabancayı indirmeden. "Ayrıca bu adamın kafaya ufak bir darbeyle öleceğini sanmıyorum."

Başımı salladım. "Başka ne yapabiliriz? Yani... İdrar dışında."

"Bekleyebiliriz," dedi bana meydan okur gibi bakarak. İtiraz edeceğimi biliyordu.

"Bekleyemeyiz. Başkalarının da Hazel ve beni aramadığının bir garantisi yok. Bu adamdan öğrenebileceğimizi öğrenip ortadan kaybolmamız gerekiyor. Ne yapacağımıza sonra karar veririz," dedim sesime olanca otorite yansıtmaya çalışarak.

Viyana'nın FısıltılarıWhere stories live. Discover now