1-Işık ve Izdırap

26 2 0
                                    

HAZEL

Vücudumun her parçası acıdan kıvranıyordu. Kollarım sanki kemiklerim zehirli bir hançerle oyulmuş gibi acıyordu. Güçlü sızı bileklerimden çıkıyor, bütün uzuvlarımda dolaşıyor, kalbimi sıkıyor ve nefes almamı zorlaştırıyordu. Boğazım ve dudaklarım kupkuruydu. Kollarım ve bacaklarım ağırlaşmış, yorgunluk üzerime bir perde gibi düşmüştü. Gözkapaklarımı yerlerinden oynatmak için epey çapa sarf etmem gerekse de sonunda gözlerim aralandı.

Hatıralar ve ıstırap, gözümü yakarcasına güçlü ışıldayan güneş ışığıyla beraber geldi. Nerede olduğumu, ne yaptığımı ve neyi başaramadığımı fark edince titrek bir nefes aldım. Hayattaydım. Ölmeyi bile başaramamıştım. Bu yaşamda bulamadığım huzuru ölümde bulmayı dilemiş, ancak ona bile erişememiştim.

Geniş yatakta sırt üstü yatıyordum. İki yana düşmüş sızlayan kollarımdaki yaralar bandajla sarılmıştı. İçime sert bir nefes çektim. Birisi beni bulmuş olmalıydı. Bu saatten sonra hiç kimseyle ve hiçbir şeyle uğraşmak istemesem de kendimi yine belaya bulaştırmış olma şansım yüksek görünüyordu.

Arkamda bıraktıklarımı düşündüm. Artık benim için bir enkazdan ibaret olan o hayata geri dönemezdim. Zaten tek istediğim rahat bırakılmaktı. Geride bıraktığım şeylerin sonuçlarına katlanmak istemiyordum. Eylemler ve sonuçlarından payımı fazlasıyla almıştım.

Yutkunduğumda boğazımın kuruluğu canımı yakınca su bulma umuduyla etrafıma bakındım. O sırada hala aynı odada olduğumu, yerdeki lekelerin temizlendiğini ve kanıma bulanmış piyanonun yerinde olmadığını fark ettim. Acaba ne kadar süre bilinçsiz kalmıştım? Dahası, beni kim bulmuştu?

Diğer yanımdaki komidinde bir bardak su duruyordu. Bileklerime baskı uygulamamaya çalışarak dirseklerim üzerinde doğruldum ve titreyen elimle suya uzandım. Cam bardağı kavrayıp kaldırdığım anda bileklerime yüzlerce ok saplanmış gibi bir acı duyularımı sarstı ve ağzımdan acı dolu bir feryat koptu.

Ben daha ağzıma bile götüremeden elimden düşen bardak, bir gürültüyle beraber zemine çarptı ve tuzla buz oldu. Ben sinirle bir küfür mırıldanırken odanın kapısı aniden açıldı.

Karşımda gördüğüm kişinin verdiği şok, içimde biriken öfke ve acının verdiği huzursuzluk ile birleşti. Karşımda fal taşı gibi açılmış buz mavisi gözleriyle Adrian dikiliyor, şaşkınlık içinde bir bana, bir yerdeki cam kırıklarına bakıyordu. Üzerinde ilk düğmeleri açık keten bir gömlek ve geniş bir pantolon vardı. Saçları dağılmış, gözlerinin altına uykusuzluktan olduğu belli olan çukurlar yerleşmişti.

Neler döndüğünü o zaman anladım. Son anda duyduğum ses ona aitti. O gelmiş, beni o kurtarmıştı. Eğer bir bardağı bile tutmayacak güçsüzlükte olmasaydım o an üzerine atlamak ve suratını paramparça etmek çok cazip olurdu.

Gözlerim kısıldı. "Sen!" diye hırladım onunla göz göze gelirken.

Adrian'ın dudakları aralandı ancak bir şey demedi. Ne diyeceğini bilemiyor gibi görünüyordu. Ancak benim o an hiçbir şeye tahammülüm yoktu. Hele ki gözlerinden geçen, daha önce hiç olmadığı kadar bariz duygulara hiç yoktu... O an ne onun acıması istediğim en son şeydi.

"Adrian!" diye patladım kendine gelmesi için. İsmini çok nadir kullandığım için irkildi. "Seni aptal!"

Cevap vermek yerine yerdeki cam kırıklarına aldırmadan yanıma yürüdü.

"Hazel... Ne oldu?" Sesi ilgili olsa da boğuk ve yorgun çıkıyordu. Bu, beni bir şekilde daha da sinirlendirdi. Benimle ilgilendiği için kendini yorması sinirlerime daha da çok dokunuyordu. Yüzümü başka yöne çevirmek istedim. Yüzüne bunca zamandır onu abisini öldürmek için kullandığımı bağırmak istedim. Bunun yerine, "Ne yaptın sen?" diye tısladım.

Viyana'nın FısıltılarıWhere stories live. Discover now