fourteen

4.8K 326 197
                                    


hüzün.

öfke.

acı.

düşününce birbirine yakın, ancak aslında hissettirdikleri çok başka şeyler olan üç duygu, hatta burada bahsedemediğim daha fazla duygu. tek birini bile yaşamak yeterince ağırken, hepsini aynı anda yaşamak insana çok fazla geliyor.

ben iyi kötü bütün duyguları en son ne zaman aynı anda yaşadığımı hatırlayamıyordum fakat bugün tam karşımda canlı örneğine şahit oluyordum.

jungkook evime geleli, bana sarılarak ağlayalı yaklaşık üç saat olmuştu. neler olduğunu, başına neler geldiğini, neden bu kadar ağladığını, hiçbirini anlatmamıştı. merak etsem de sormamıştım çünkü anlatabilecek durumda değildi. ağzını ne zaman açsa tekrar ağlamaya başlayacak gibi bir hali vardı. bu yüzden onu zorlamadım.

onu böyle görmek beni de üzüyordu. evet, onunla resmî bir yakınlığımız yoktu fakat belli bir süredir hayatımdaydı ve kabullenmek istemesem de çoğu kişiden farklı bir yeri vardı.

evimde olduğu vakit boyunca onun için bir şeyler yapmaya çalıştım. görüşemediğimiz yirmi üç günde sadece ruhen değil, fiziksel olarak da çökmüştü. oldukça kilo vermiş olmalıydı çünkü o belirgin kaslarından eser yoktu. bir ay önceki jungkook'a kıyasla oldukça çelimsiz duruyordu.

bu yüzden ilk başta aç olup olmadığını sormuştum. en son dün sabah içtiği kahveyi söyledi, evet, dün sabah, sonrasında aç olmadığını söylediğinde onu bir güzel azarlayıp zorla bir şeyler yedirdim. çünkü ben onu zorlamasam yemek yiyecek hali yoktu.

yemek yerken tek kelime bile konuşmamıştık. sessiz ve isteksiz bir şekilde yedi. ama yine de yedi. bu iyiydi.

ondan sonra ona isterse biraz uyuyabileceğini söyledim çünkü ölü gibi görünüyordu. uykusuz olduğuna eminim. bu teklifimi reddettiği halde salondaki koltuğa yatıp bir süre öyle durdu. koltukta iyice büzüştüğü için olduğundan daha küçük görünüyordu.

orada uyudu mu bilmiyorum ama yaklaşık bir saat kadar öyle durdu. ben ise hiçbir dakikayı atlamadan karşı koltukta oturarak onu izledim. bir ara telefonumu çıkarıp yoongi'ye gece hoseok'la kalmasını söyleyen bir mesaj attım.

bir saatin ardından muhtemelen kabus görerek uyandı. hatta huzursuzlaşan yüz ifadesini ve gerildiği belli olan hareketlerinden dolayı onu ben uyandırmıştım. beni görünce ifadesi az da olsa düzelmişti fakat hemen ardından ağlamaya başlayınca telaşlanmıştım.

şimdi ise koltuğun önünde oturuyordum. jungkook yattığı yerden kalkmış, koltukla aramdaki boşluğa girmiş kucağımda oturuyordu. kollarım beline sarılı, onunkiler boynuma dolanmış, yanağı omzuma yaslı ama yüzü dışarıya dönük.

ellerimi geriye çekip yanaklarına yerleştirdim ve yüzünü kendimden uzaklaştırdım, "daha iyi misin?" gözleri kapalı bir şekilde başını salladı.

böyle olmasını istemiyordum. her zaman gördüğüm o ukala jungkook'u istiyordum. bana sinirlenip kızsın, tartışalım, birbirimize laf sokalım istiyordum ama bunun yerine onu bu şekilde görmek beni hiç olmadığım kadar afallatıyordu.

"istersen gidip bir duş al. seni rahatlatır belki." hâlâ gözleri kapalıydı. başını iki yana salladı. kaşlarımı çattım ve saçlarını karıştırdım, bu hareketimle gözlerini açıp bana baktı.

"git de bi' yıkan. şu haline bak, bok gibisin." gözlerini kıstı, "sağ ol ya." onu umursamadan omzunu dürttüm.

"hadi. çok istiyorsan ben yıkarım seni." deyip göz kırptım. amacım onu biraz da olsa neşelendirebilmekti.

wabi sabi | jikookTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon