🌠 2 🌠

1.1K 75 185
                                    

Gözlerimi açıp esnedim. Yeni uyanmıştım. Ayağa kalkıp üzerimdekilere baktım. Hanbok giymiştim. Şu Joseon dönemi kıyafetlerinden işte.

Pencereye doğru ilerledim ve dışarıya baktım. Gerçekten Joseon döneminde olmalıydım.

Ah, Tanrı Aşkına neler oluyor? Neden buradayım? Bu nasıl mümkün olabildi!

Tam bu sırada içeriye bir kadın girdi. O da geleneksel giyinmişti. Ona bakıp konuştum;

"Kimsin? "

"Ben bir hizmetçiyim ve size hizmet etmek için buradayım. Dün sizi buraya 6. Prens Felix getirdi. "

Bana doğru bir adım attı ve elindeki çantayı bana uzattı.

Hızla çantamı alıp içindekilere baktım. Eşyalarım hala buradaydı. Bir sürü kağıt maske, bir parfüm, bir çubuk kraker falan.

Doğru, bir de bir sürü sticker!

"Hanımefendi, 6. Prensimiz sizi görmek istiyor. Benimle gelin lütfen."

Arkasını dönüp yürümeye başladığında ben de onun peşine takıldım. Biraz ilerledik ve işaret ettiği odadan içeri girmemi söyledi.

Bende dediğini yaptım. İçeri girdim. Beni kurtaran ve hizmetçisi olduğumu söyleyen prens içeride oturuyordu. Ve önünde kocaman bir yemek masası vardı. Yemekleri sayardım da matematiğimin yeteceğini sanmıyorum.

"Evet?" Dedim ve hızla oturdum, onun bana müsaade etmesine fırsat bırakmayarak.

Başını eğip kısık sesli ve küçük bir kahkaha attıktan sonra kafasını tekrar kaldırıp bana baktı.

"Bak, neden burada olduğumu bilmiyorum ama gerçekten daha önemli işlerim var. Bunlara vaktim yok. Gidiyorum ben, sonra görüşürüz." Ayağa kalktım ve gitmek için hazırlandım.

"Hey, bekleyin. Şu anda benim odamda olduğun için, neden gitmeden önce bir şeyler yemiyorsun?" Dedi.

Yemek masasına baktım. Karnım gerçekten acıkmıştı. Ah, her neyse. Yedikten sonra giderim ben de.

Geri geri adım attım ve masanın önüne oturdum.

"Çok düşüncelisin," dedim gülümseyerek.

...

Yemek bittiğinde dışarı çıktım. Buradan çıkmalıydım yoksa o prensler beni her an öldürebilirdi. Ancak nereye gideceğimi de bilmiyordum. İç çektim ve ilerledim. Ancak birden önüme bir saksı düştü. İçinde çiçek yoktu. Yalnızca kuru toprak. Yukarı baktım, aşağı düşmüş olmalıydı.

Bahçedeki, saray hizmetçisi olduğunu düşündüğüm kadın bana doğru seslendi;
"Onu bana verir misiniz lütfen."

Başımı salladım ve saksıyı yerden alıp kadına doğru attım. Ama arkadan gelen prensleri görmemiştim. Saksı bir prensin kafasına gelince panikle bağırdım,

"Oh, iyi misin?!"

"Yine mi sen?!"

O prens kafasını tutmuş bana ölümcül bakışlar atıyordu. Ve itiraf etmeliyim ki bu gerçekten korkutucuydu.

Hızla yanına gidip başına baktım. Neyse ki kanamıyordu.

"Hey, Minho iyi misin?" Adı Felix olan o prens dışarı çıktı. Bize doğru yürüyordu.

Hyunjin konuştu;
"Hizmetçin bir soruna daha yol açtı. Onu iyi eğitmeliydin."

"Eğitmek mi? Oradan bakılınca hayvan gibi mi duruyorum? Eğitmekmiş. Saçmalık." Dedim sinirle.

𝑂ℎ 𝑀𝑦 𝑃𝑟𝑖𝑛𝑐𝑒!/ʜᴡᴀɴɢ ʜʏᴜɴᴊɪɴWhere stories live. Discover now