🌠10🌠

801 65 51
                                    

Hwang Hyunjin'den;

"Majesteleri..."

"Biliyorum."

Dünden beri halk arasından bir isyan başlamıştı. Kendilerini siyah kıyafetlerle kamufle ederek gruplar şeklinde sürekli saldırılar gerçekleştiriliyordu. Bunu yapmalarının amacı kralı tahttan indirmekti. İşin asıl tedirgin edici kısmı çok yetenekli olmalarıydı.

Bir tanesini yakalamıştık ancak ne yaptıysak tek kelime etmedi ve işkence göre göre öldü.

Ne yapmamız gerektiğini bilmiyordum. İlk defa bu kadar kararsız kalmıştım. Derin bir nefes aldım. Başım ağrıyordu.

Diğer prenslerin yanına gitmek için ayağa kalkıp yürümeye başladım. Biraz yürüdükten sonra aniden duraksadım.

Da-Som yanımdan geçip gitmişti. Yüzüme bile bakmadan.

Arkamı döndüm ve seslendim.

"Hey."

O da durdu ve arkasını döndü.

"Evet majestleri?"

Majesteleri mi? Bana ne zamandan beri böyle hitap etmeye başlamıştı?

"Majesteleri mi? Neden saygılı konuşuyorsun?"

"Çünkü siz prenssiniz majesteleri." Dedi yüzüme bomboş bakarak.

"Anladım Bayan Kang. Gidebilirsiniz." Ben bunu söyler söylemez başını eğdi ve gitti.

Ne olmuştu? Acaba farkında olmadan kötü bir şey mi söyledim? Ama sanmıyorum. Bir şey yapsaydım bilirdim.

Benimle normal bir saray hizmetçisinin konuştuğu gibi konuşmuştu.

Hiç bunun için üzüleceğimi düşünmezdim doğrusu. Neden üzülüyorum onu bile bilmiyorum. Ondan hoşlanıyor falan olamazdım yani değil mi?

Ama yine de...

Özür dilerim Da-Som. Her ne kadar neler olduğunu bilmesem de özür dilerim.

Kang Da-Som'dan;

Hyunjin'in yanından ayrılırdıktan sonra kendimi sarayın bahçesine attım ve hıçkırarak ağlamaya başladım. Onunla bu şekilde uzaklaşmak canımı yakıyordu ama bunu yapmak zorundaydım. Hem prenslerle mesafemi korumalıydım hem de o Ae-Cha ile evlenecekti. Ne yapabilirdim ki?

Hislerim fazla ileri gitmeden durdurmak zorundaydım.

"Bayan Kang? Siz misiniz?"

Kafamı kaldırdığımda Prens Felix ile karşılaştım. Tanrım, neden bu anda gelmek zorundaydı? Hızla göz yaşlarımı sildim.

"Neden burada ağladığınızı sorabilir miyim?"

"Önemsiz bir şey majesteleri."

"Peki size bir fincan çay ikram edebilir miyim?"

"İyi niyetiniz için teşekkür ederim. Ama yapılacak işlerim olabilir. Gitmeliyim."

"Yapacak işiniz yok. Hadi gelin, biraz çay için. Ağlayan bir insan için çay içmekten daha rahatlatıcı bir şey yoktur."

En sonunda pes edip onu takip ettim. Neden bu kadar ısrar etmişti ki?

Onun odasına girdiğimizde ben kapının önünde bekledim. O ise masanın üstünde duran beyaz bir mendili bana uzattı.

Elinden aldım ama bana neden bunu vermişti? Bununla ne yapacaktım?

Yüzüne anlamaz bakışlarla baktım.

𝑂ℎ 𝑀𝑦 𝑃𝑟𝑖𝑛𝑐𝑒!/ʜᴡᴀɴɢ ʜʏᴜɴᴊɪɴWhere stories live. Discover now