youngblood

611 73 210
                                    

yaşıtlarının arasında fazlalık gibi hissettiği bir okul günün daha sonuna gelmek üzereydi beomgyu. temel ses ve nefes eğitimi dersini tüm dikkat dinlese bile arkasında bir saattir dünya tiyatro tarihi sınavının sorularına isyan eden iki kişi yüzünden sinirleri bozulmuştu. madem bu bölüm hakkında bu kadar az şey biliyorlardı, yetenek sınavlarını geçerek nasıl kabul edilmişlerdi? kendisi tiyatro okumadan önce bütün araştırmalarını yaptığı için etrafında önüne gelenlerden şikayetçi birilerini gördüğünde böyle hissediyordu istemsizce.

öğretmenlerinin sınıftan çıkabileceklerini duyurmasıyla beyaz hırkasını önüne doğru çekiştirerek kabarmış kahve saçlarını düzeltti ve derin bir nefes alarak ayaklandı. lunaparkta yarı zamanlı çalıştığı için okuldan sonra hiçbir şeye vakit ayıramadan koşarak oraya gidiyordu ve bugün arkadaşları da orada olacaktı. fakat beomgyu çalışırken, arkadaşları eğlenmeye geliyordu. gün bitmeyecek gibiydi sanki..

"beomgyu, temel konuşma eğitimi dersinde hiç not aldın mı?" önünde oturan sınıf arkadaşlarından biri onu kapıdan çıkmadan önce durdurduğunda kendisine seslenen çocukla herhangi bir derdi olmadığından notlarını paylaşabileceğini düşündü. "tabii, resmini çekip sana yollayabilirim istersen?"

"süpersin! grupta numaram var oradan atabilirsin istersen." çocuğun söylediğine gülmemek için kendini sıktı. "ben sınıf grubunda yokum, numaranı yaz, akşam atarım." telefonunu karşısında kızarıp bozaran çocuğa uzatırken sabırsızlıkla tek ayağını sallamaya başladı. sınıf grubuna onu neden almadıklarını çok iyi biliyordu beomgyu, ne yazık ki elinden gelen bir şey yoktu. dersler dışında sosyal aktivitesi olmadığı için aralarına karışmakta ilk senede güçlük çekmişti, bu lise yıllarında da, ilkokul yıllarında da böyle olmuştu hep. okul dışında tanıştığı insanlarla iletişim kurabiliyordu fakat okuldaki herkesin kendisine sahte gelmesine engel olamıyordu. biraz ön yargılıydı beomgyu, bunu da kabul ediyordu.

çocuktan telefonunu geri aldıktan sonra hızlıca kampüsün çıkışına yol aldı. yol üzerinde gördüğü ve ona selam veren insanlara ufak bir gülümsemeyle karşılık verse de çoğunu tanımıyordu bile. beomgyu arkadaş edinmekte sorun yaşıyordu fakat gelin görün ki tüm kampüs tiyatro bölümünün melek yüzlü, hoş sesli ve yakışıklı choi beomgyu isimli öğrencisine aşık aşık bakıyordu. onun tiyatro salonunda sergileyeceği oyunlara yaptığı provaları bile izlemeye gelen onlarca kişi varken beomgyu'nun sınıf grubuna alınmaması ironik bir durumdu. onu muhabbeti ve kişiliği için değil de dış görünüşü ve yeteneği için beğendiklerini anlaması zor değildi. tüm bu ilgi yüzünden onunla uğraşan kişilerin sayısı da ilk yılına göre bu sene daha da artmıştı.

neyse ki, iki sene daha dayandıktan sonra yurt dışına kaçıp, oradaki tiyatro salonlarında hayallerini gerçekleştirmek istediğinden burada kendine çevre kurmak beomgyu'nun hiçbir zaman derdi olmamıştı.

adımları kapıya ulaştığında ılık esen ilkbahar rüzgarı yüzüne vururken, kampüsün ortasında geceleri saatlerine eşlik eden çocuğu gördü.

kang taehyun.

üzerine geçirdiği kolsuz gri ceketi, dar gri pantolonu ve onu olduğundan binlerce kez daha yakışıklı gösteren siyah güneş gözlükleriyle yüzüne hakaret eden bir kızı gülümseyerek dinliyordu. dipleri gelmiş sarı saçları rüzgarla birlikte sağa sola hareket ederken ellerini cebine sokmuş, artık sus da gideyim edasıyla kızın önünde dikiliyor, arkasına park ettiği siyah motoruna yaslanıyordu. taehyun her gün yaşadığı bu dinamiğe çoktan alışmış olsa da iki yıldır ona hakaret eden insanları geçiştirerek dinlemesini beomgyu anlayamıyordu. ona bununla ilgili birkaç soru sormuştu lunaparkın önünde konuştukları gecelerde fakat net bir cevap alamamıştı. bazen onu neden aramadığı ile ilgili sızlanıyordu kızlar, yeri geliyor numarasını taehyun'a uzatan erkekleri de görüyordu.. tüm kampüsün onun hakkında kötü bir fikri ve gözlerinde çizdikleri bir imaj vardı ama yine de onunla ilgilenmekten de geri kalmıyorlardı, insanlar beomgyu'ya iki yüzlü gibi geliyordu. taehyun yakışıklıydı, hem de çok yakışıklıydı ama bu yeterli miydi yani insanlara? sanki başka bir kriterleri yokmuş gibiydi ve üzerine atlamaya can atıyorlardı. aynı kendisine yapılan muamele gibiydi ve bu çok can sıkıcıydı. halbuki beomgyu biliyordu, taehyun geceleri burnunu çekmeye başlıyordu hava estiğinde. çok kahve içtiğinden dolayı elleri titriyordu mesela, bu alışkanlığının ona zarar verdiğine ikna edememişti bir türlü taehyun'u. insanlar hakkında ufak detayları hatırlayabiliyordu, ya da en azından iki yıl boyunca ona destek olmuş, dost olmuş beomgyu hakkında bazı şeyleri hiç unutmuyor gibiydi. motorunun altında her zaman yedek bir hırka taşıyordu sırf onun için, sırf beomgyu hızlı hasta oluyor diye her an yağabilecek yağmura ve çıkacak güçlü rüzgarlara hazırlıklıydı. mahallesinde çok sık kavga çıktığını söylediği için onu her gece evinin yakınına bırakıyor, o eve girene kadar da kocaman gözlerini üzerinden ayırmıyordu. beomgyu'nun migreni vardı ve ay sonlarında tutan migreni yüzünden güneş gözlüğü takmak zorunda kalıyordu ama kendisi ayrıca unutkan olduğundan çoğu zaman güneş gözlüğünü unutmaması için onu ay sonlarında her gün uyarıyordu taehyun. kalbi ağzında atıyordu her seferinde beomgyu'nun, daha onlarca ufak detay vardı aralarında paylaştıkları ve bunları başka birine korkmadan, çekinmeden anlatabileceğini sanmıyordu. daha doğrusu, çoğunu kendisi anlatmadan taehyun anlamış ve ona göre davranmaya başlamıştı.. bu da beomgyu'nun taehyun hakkında daha fazla şey hissetmesine sebep olan şeylerden biriydi.

babylon, taegyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin