1

14.9K 705 204
                                    

Zaman Treni: Ağır suçtan hüküm giyen mahkûmları zamanın cezalandırması için tarihin belli zamanlarına bırakan, devlet himayesinde yol alan ulaşım aracı.

Dışarıda gün batıyordu. Az sonra gireceğimizi defalarca kez anons ettikleri o uzun tünel görünmeden önce son kez gökyüzüne baktım. Doğduğum zamanın havasını son kez ciğerlerime doldurmak isterdim. Onun yerine bu daracık vagondaki izmarit, terle karışık ağır bir parfüm ve koridordan hızla geçen garsonların taşıdığı sıcak kurabiye kokusunu soluyordum.

"Kadınlar genelde camdan kendi yansımalarını izler. Doğayı değil."

Sese döndüğümde az önce boş olan karşı koltuğumun dolmuş olduğunu gördüm. Artık vagonda iki kişiydik. Şapkasını yanındaki koltuğa bırakmış, siyah giyimli bir adam benimle hiç konuşmuyormuş gibi fütursuzca eski model makinesinde tütün sarıyordu.

''Anlamadım?''

''Kendinize bakın biraz diyorum küçük hanım. Rujunuz taşmış.''

Cama dönüp yansımadan dudaklarıma baktığımda bunun bir tuzak olduğunu fark etmem kısa sürmedi. Bugün ruj sürmemiştim, sürülecek gün değildi.

Sigarasını ağzına götürüp çekinmeden ufak bir kahkaha attı.

''Doğaya o kadar dalmışsınız ki neredeyse bu treni bir ceza olarak gördüğünüzü düşüneceğim.''

''Bu bir ceza zaten?''

Başını iki yana salladı ve dumanı üfledi. Sessiz kaldı.

''Bu bir ceza.'' diye direttim.

''Öyle olsun.'' dedi ısrarıma gülümseyerek.

Daha fazla uzatmak istemeden başımı cama yasladım. O siyah tünele girmiştik. İleriye mi yoksa geriye mi? Bu lanet trenin nereye, hangi zamana gideceğini bilen yoktu ama bizi savaş, salgın hastalık, belki buhran dönemi... Tarihin en kötü süreçlerinden birine bırakıp delirmemizi istedikleri kesin olan tek şeydi.

''Siz ne yapmış olabilirsiniz ki? Sinek öldürdünüz diye bu trene mi aldılar sizi?'' dedi alayla. Elindeki sigarayı aramızdaki masaya bırakmış doğrudan bana bakıyordu şimdi.

''Zaten geçireceğimiz en fazla iki saat var, susar mısınız?'' dedim ona dönmeden.

''Kim bilir? Belki de bizi aynı zamana bırakırlar?''

''Kuralları okumadınız mı?''

Ne demek istediğimi anlamak ister gibi bana soran gözlerle baktı.

''Suçun düzeyine göre gittiğiniz zamanın zorluk derecesi değişiyor.'' Sıkıntılı bir nefes verdim. ''Yani benimle yarışabileceğinizi sanmıyorum.'' diye ekledim.

Yüzüne tekrar büyük bir gülümseme yayıldı. ''Öyle mi? Demek benden daha büyük bir kötülük yaptığınızı düşünüyorsunuz.''

''Buna eminim.''

''Ne yaptığınızı söylememekte ısrarcısınız.''

''Kendimi anlatmayı sevmem.''

''Zaman böyle geçmez ama.''

Dışarıyı işaret ettim. Simsiyah tünelin içinden muhtemelen ışık hızına yakın bir hızla geçiyorduk ve bunu hissetmiyorduk bile. ''Bakın zaman geçiyor, hatta belki onlarca yılı geçtik şimdiden.''

''Bu kadar sıkıcı olursanız sizi taş devrine bırakmaları için ısrar edeceğim. Yaşlı kadınlardan farkınız yok küçük hanım. Uyum sağlamanız zor olmayacaktır.''

Sıkıntıyla oflayıp ayağa kalktım ve vagon kapısına yöneldim.

''Beni yalnız mı bırakıyorsunuz?''

Omzumun üstünden ona baktım. ''İşemem gerek. Döndüğümde deliksiz bir uyku istiyorum.''

Parlak gözlerle gözlerimin tam içine bakıp gülümsedi. Bu yolculuk daha şimdiden garipleşmişti.

ZAMAN TRENİWhere stories live. Discover now