XI

1.4K 200 50
                                    

İhtilal günü hafızama öyle net kazınmış ki istesem de unutamıyorum. Tarihi değiştirdiğimizi en net hissettiğim zamandı. Bundan bin küsur yıl sonra gerçekleşecek Fransız İhtilali'nden önce davranmış ve ismimizi tarihe yazmıştık. Kitaplarda iki cümleye sığdırılmış çok can verdik. Sıkıntıyla dinlenen derslerde öğrencilerin verdiği 'zil çalsa' nefesleri hakkını arayan çok insanın son nefesiyle biyolojik olarak aynıydı. Sayfaları hızlı hızlı çevirirken arada çok insan unutuldu, satırların arasına sıkışmış çok insan öldü. Şimdi geri dönebilsem "Yaşadık!" derim. Biz de yaşadık. Biz de güldük. Biz de ağladık. Biz de korktuk. Biz de sonsuz gökyüzüne heyecan duyduk. Ve öldük işte. Tarihin tozlu sayfalarında yalnızca x topraklarında yaşamış x kişiler olduk. Adlarımızı kaybettik, şanımızı kaybettik. Şanslı olanlarımız kalplerde yaşadı, sonra o kalpler de atmayı bıraktı. Hiç doğmamış gibi olduk. Hiç bu topraklara basmamış, hiç aynı yıldızlara bakmamış gibi olduk. Hiç sevmemiş, hiç nefret etmemiş gibi olduk. Bazıları hatırlanmak için ağaçlara kazıdı ismini, ağacı kestiler; kayalara çizdi, su kayaları aşındırdı; suya söyleyenler oldu, su durup dinlemedi; dağlara bağıranlar oldu, yankıları yalnızca kendileri dinledi.

Bir önemi var mıydı? Ölümsüzlük bulunur muydu? Nefes tükense de yaşamak mümkün müydü? Bilmiyorum, hiçbir zaman bilemeyeceğim.

Halkın dilinde "İmparator Sarmad öldü." fısıltıları dolaşıyordu. Köylerde ayaklanmalar başlamıştı. Sarayın her köyün girişine diktiği muhafızlar olanları bastırmaya yetmiyor, saraydan ek koruma gelmesi de çok uzun ve her köy için çok masraflı olacağından bu işe hiç girişilmiyordu. Sonunda her evden en az bir kişi zorunlu olmak üzere yüzlerce insan yola dökülmüştü. Biz geri dönüş yolunda olduğumuzdan bunu gözlemlemek kolaydı. Halk göçebe yaşayanlara alışıktı ve çoğu zaman yolda karşılaştığımız topluluklar onlarla yememizi, uyumamızı istiyordu. Bu yolculuğun sonuna kadar insanların tüm dertlerini dinlemiştim ve birçoğu öyle haksızlığa uğramış, zulüm gören insanlardı ki bir kez daha monarşiye nefret duydum.

Ancak onlar böyle düşürmüyordu. Onların sistemle, imparatorlukla bir sıkıntısı yoktu. Böyle yönetilmeye alışmışlardı ve demokrasi kavramından o kadar uzaklardı ki kendi kendilerini yönetebilecekleri bir sistem akıllarının ucundan geçmiyordu. Sorunları şimdi yönetilememenin getirdiği fakirlikti. Onlara bu devirde tek kişiyle yönetilen her sistemin buna mahkum olacağını anlatamadım, anlamazlardı. İnsanlık tarihinin -daha sonra bozulacak olsa da- eşitliği keşfedene kadar geçirdiği bir süreç vardı ve şimdi fazla müdahale edemezdim. İmparatorlarına saygı duyuyorlardı ancak söylediklerine göre bundan aylar önce hükümdar öldüyse ve bu halktan saklanıyorsa saraya yeni bir imparator şarttı. Üstelik Sarmad'ın bir çocuğunu olduğunu bilmedikleri için, tahta çıkınca da tüm erkek kardeşleri öldürülmüş olduğundan, hanedanın bir varisi olmadığını düşünüyorlardı ki bu onlar için büyük bir sorundu. Varis yoksa soy değişmeliydi. Değişecekti.

İnsanlar gözlerini askerlerin yerden kaldırmakta olduğu Tonya'nın cesedine dikiyor. Tanık kürsüsünün arkasındaki zeminde biraz kan var. Herkes dehşete düşmüş gibi bakıyor, bir imparatorun kendi halkından birini böyle kolay öldürmesine alışık değiller.

Dün tanıklık edenler arkada, onlar için ayrılan taş oturaklarda oturuyorlar. Teğmen Fido ile göz göze geldiğimde bana umutsuz bir ifadeyle bakıp başını iki yana sallıyor. Her şeyin sonuna geldiğimizin o da farkında. İhtilalde bana ettiği yardımı unutmuyorum. İyi bir adam.

Arkasında Marja var. Gözlerini benim olduğun tarafa çevirmiyor bile. Tepedeki güneş kızıl saçlarına vuruyor. Neden böyle yaptı bilmiyorum.

Ve yüzbaşı... O Sarmad'ı izliyor. Sarmad konuşmaya başlayacak. İşte şimdi, ağzından dökülecek kelimelerle hüküm verecek. Ne söyleyeceğini biliyorum. Yeni bir devir başlıyor. Benim onun bugün. Zaten artık nasıl yaşarım ki? Oğlumu kaybettim.

ZAMAN TRENİWhere stories live. Discover now