IX

1.6K 164 85
                                    

Yeniden o soğuk, taş oturaktayım. İnsanların azalacağını düşünmüştüm ama tıpkı dünkü gibi yerini almışlar. Bu sefer tuhaf bir şekilde suskunlar. Bu yargılayıcı sessizlik kırbaçtan korktukları için mi bilmiyorum.

Karşımda Sarmad, komutanlarıyla birlikte yargıç kürsüsünde yerini almış gözlerini üzerine dikmiş. Şimdi ne düşünüyor diye merak ediyorum. Tam bana bakarken, oğlumuzu öldürüp bunun suçunu bana atarken ve bugünün sonunda benim de katilim olacakken ne düşünüyor? Pavle'yi onun öldürdüğüne eminim çünkü tahtın bir varisi olduğu sürece, hanedan kanını taşıyan bir çocuk sarayda durduğu sürece onun geri dönmesi mümkün değildi. O da gözünü bürüyen hırsa yenik düşmüştü. Her zaman böyle bir adam mıydı? Benimle uyurken, yüzerken, dil öğretirken, hayatı öğretirken böyle miydi? Ben mi göremedim? Bir imparator olmak, ona sığınan bir kadını yenmek, onu yok etmek için yok olmuş gibi görünerek yıllarca vicdan azabı çektirmek...

Başımı çevirip 9'a baktığımda kırık bakışları beni buluyor. İkisini kıyaslamadı daha önce kalbim. Kimi daha çok sevdim yarışına hiç girmedi. Şimdi 9'a bakarken ona onu sevdiğimi hiç söyleyememenin acısını yaşıyorum.

Siyah gecelerden birindeydik. Kar yağmakta geciktiğinden dışarıda birer uyku tulumunda uyuyabiliyorduk. Bunları yapma fikri 9'dan çıkmıştı ve kabul etmek gerek hem hafif hem masrafsız olduğundan akıllıcaydı.

"9?" dedim dönüp durmaktan sıkılıp. Yola çıkalı bir aya yakın zaman olmuştu ancak Renas Baba bize nereye gittiğimizi söylememekte kararlıydı. Saray yolunda değildik. Aksine geldiğimiz yönden dönüyorduk ve durduğumuz her köyde Sarmad'ın öldüğü haberinin dolaşmasını sağlıyorduk. Ben bu sürede yüzümde peçe ile başımı tülle örterek geziyordum çünkü bu insanlar beni daha önce Sarmad'ın karısı olarak görmüş olabilirdi. Şimdi köylü ile çok muhatap olmadığımızdan kim olduğumuzu açıklama gereği duymuyor, her sorana da farklı bir yalan söylüyorduk. 9, söylediği gibi konakladığımız köylerden birinden iki at çalmıştı. Bu işte bu kadar yetenekli olması beni dehşete düşürüyordu. Neyse ki atların asıl sahibi zorba ve yeterince zengin bir adamdı. 9'un deyimiyle 'iki atın ortadan kaybolması ona koymazdı.

Kamp, başkente çoktan ulaşmış olmalıydı. Saray ne durumdaydı bilmiyorduk ancak imparatorun ölümüyle ilgili beklediğimizden çok daha uzun süre sessiz kalmışlardı. Oğluma nasıl baktıklarını düşünüp durmaktan uyuyamıyordum.

"Hım?"

"Uyudun mu?" Karanlıktan yalnızca silüetini görebiliyordum. Yanımda, tulumunun içinde uzanıyordu, onun yan tarafında da Renas vardı. Köye yakındık ama dışında durmayı tercih etmiştik.

"Evet..."

"Neden uyuyamadın?" İkimiz de fısıldıyorduk çünkü Renas yanımızda horlayarak uyuyordu.

"Düşünüyorum."

"Neyi?"

"Gökyüzü böyle üzerimize kapanırken ne kadar küçük olduğumuzu."

"Kötü hissettiriyor değil mi?"

"Hayır. Aksine çok iyi hissettiriyor."

"Nasıl?" Bunu garipsemiştim çünkü aynı şey beni korkutuyordu.

"Tüm dertler gözümde küçülüyor." Büyük bir nefes aldı, tuttu. "İşte hayat bu kadar." Aldığı nefesi verdi.

"Bu seni korkutmuyor mu?"

Omuz silkti. "Bazen." dedi. "Ama genelde güçlü hissettiriyor."

"Bu kadar küçük olmak mı?"

ZAMAN TRENİWhere stories live. Discover now