23. FİNAL

18.6K 513 268
                                    


Veda şarkımız olsun.

Dedublüman~ Belki.

*

Henüz yeni sökmüş şafağı izleyen bakışlarımı yorgunca kapattım. Zihnimde artık tarifini dahi yapabileceğimi düşünemediğim, sadece düz birkaç kelimeyle anlatmaya çalışacağım bir yorgunluk vardı. Öksüz hissediyordum, hatta yetim. Sanki derme çatma bir evimiz varmış, tavanı biz bir sofranın etrafında güle oynaya yemek yerken başımıza yıkılmıştı. Dünya, başımdan aşağı çökmüştü sanki. Annemi, babamı, Mahir’i, bütün sevdiklerimi başımıza yıkılan o evde kaybetmiştim. Yara bere, yarı bir canla son nefeslerimi alıyordum şimdi. Başımıza yıkılan o dört duvarın içinde, bir ben sağ kalmış gibiydim. 

Yutkundum. Dolapta bedenime saracağımı, bin bir mutlulukla giyineceğimi düşündüğüm, toz dahi kondurmadığım gelinlikten çektim parmaklarımı. Mahir’in ansızın hayatıma dahil ettiği bulut kadar beyaz bu gelinliği giyeceğime olan inancım, isteğim hala yerinde miydi?  

Son günlerde yaşadıklarımız, birkaç gün dışarıya çıkmak için çekinmelerimiz bir zaman sonra yerini ‘suçsuzuz’ rahatlığına bırakmıştı. Suçluyduk ya değildik, kimse bunu tamamıyla mukayese edemezdi. Artık bu hesabı Allah katına bırakıvermiş, yaşarken daha fazla cehennem azabı çekme klişesini bir kenara bırakmıştık. Komşular kazanmıştık, hatta kaybetmiştik bile. ‘Sizin ne yaptığınız oldu yavrum? Kendi yaptı ne yaptıysa.’ Diyen ve bizi rahatlatmaya çalışan yabancılar, ‘Ah keşke kızcağızın sevgisini hiçe saymasaydınız, çok yazık oldu. Gitti kıydı canına.’ Diyen dostlar oldu. Ruhumuz bir gülümseme ile yeşermeyedursun, tek bir çatık kaş yeşeren filizi soldurmaya yetmişti.  

Dışarıya çıkmaya, çıksak bile insanlarla karşılaşmaya, en çok da Selvi’nin ailesinden birileri ile karşılamaya korkmuştuk. Korku, korku. Günlerdir, tamı tamına bir aydır yokluyordu bizi. Yetmemiş miydi? Yaşadığımız acı, korku, azap nereye kadar gidecekti? Bir aydır nefes almayan bir kadının gölgesinde kalmaktan sıkılmıştık. Dışarıya çıktık, insanlarla karşılaştığımızda umursamadık. Selvi’nin ailesinden kimseyi görmedik. Korkuyla, korkunun üstüne giderek savaştık. Selvi’nin ölüsüyle ne kadar savaşacaktık?

Ev kuruyorduk. Biz, o sancılı bütün acıları artık hissetmemeye başlamış, acının üstünü sadece sevgimizin kapatacağını fark edip evimizi kuruyorduk iki haftadır. Üç göz bir oda şirin bir ev bulmuştuk. Bir apartmanın en üst katında, denizi gören geniş bir terası vardı. Eskiydi. Ama halledecektik, hallediyorduk. Zeminini yenilemiş, duvarlarındaki rutubetleri alçıyla, sıvayla kapatmıştık. İkimiz için her bir şey yapışımızda bir ay önce içimize sirayet eden o rutubetin üstü kapanıyordu. O leş koku terk ediyordu bizi. Her sarılışımızda, her öpüşümüzde birbirimizi geride kalıyordu geçmişin lekesi.  

Hayallerimiz vardı. Terasımızda çiçekler yetiştirecektik. Mahir söz vermişti, benim için bir resim köşesi bile yapacaktı. Kendi elleriyle, benim dokunmama izin dahi vermeden tamamlayacaktı hayalinin bile beni mutlu ettiği köşeyi. Küçük bir kanepe alacaktık. Etrafını led ışıklarla kaplayacaktık bütün terasın. Güneşler doğacaktı bizim için. Bir battaniyenin altında sıcacık kahvelerimizi yudumlarken akşam olacaktı, ay ve yıldızlar izleyecektik. Ömrümüz o terasta geçecekti bizim. Değil mi?  

Dolmuş gözlerimle gülümsedim. Odaya giren ışık süzmelerinin vurduğu gelinliğim, dünyanın en güzel şeyi gibi geliyordu gözüme. Giyeceğim günü, Mahir’imin yanında peri kızı gibi yürüyeceğim günü bekliyordum dört gözle. Peri masalı istiyordum, bütün olumsuzluklardan sıyrılmış, aşkı son nefeslerimizde bile hissedeceğimiz bir evlilik düşlüyordum.  Her şeyin güzel olmasına, her şeyin güzel olacağına inanmaya ihtiyacım vardı.  

HİSARALTI MAHALLESİ (TAMAMLANDI) Where stories live. Discover now