Prolog: Ben Hep Senin Olacağım

555 53 99
                                    

Yazar Notu:

TAMAAAAM İŞTE BAŞLIYORUZ!

bilmeyenler için, bu hikaye için yazdığım proloğun baya sade bir halini twitter'da paylaştım ve siz de bana eğer googie ve jin mutlu son dışında bir şeye sahip olursa bunun sonuçlarının olacağını BAYA açık ettiniz o yüzden verdiğim sözü tutmak üzere buradayım.

eğer thread'i okuduysanız ve bu proloğu atlarsanız hikayenin geri kalanı için bilmeniz gereken herhangi önemli bir şey kaçırmamış olacaksınız AMA size okumanızı öneriyorum çünkü tüm hikaye boyunca bu bölüme dönük referanslar vereceğim.

kalanlar için, burada olduğunuz ve bana ait bu küçük parçaya bir şans verdiğiniz için teşekkür ederim. bu benim ilk hikayem, o yüzden lütfen bana iyi davranın!!!

TAMAM İYİ EĞLENCELER.

niki'nin la la lost you'sundan ilham alındı

Beş Yıl Önce

Kim Seokjin ve Jeon Jungkook hiçbir zaman arkadaş olmamıştı. İkili Seokjin 19 ve Jungkook 18 yaşındayken UCLA'da bir uluslararası lisans programında tanışmıştı ve onlardan herhangi birini tanıyan kimse onların hiç arkadaş olmadığını biliyordu. Seokjin onunla tanıştığı anda, birbirlerinin hayatlarında olmaya devam ettikleri her an Jungkook'un her şeyi olacağını anlamıştı.

Jungkook'u sevmek için yaratıldığına bu kadar çabuk karar vermesine neyin sebep olduğunu sık sık soruyordu kendine ve bu aydınlanmayı yaşadığı bir anı ya da zaman söylemek onun için hep çok zor olmuştu. Jungkook Seokjin'in kalbinde orada olduğunu bile bilmediği bir boşluğu ağzına kadar dolduruyor gibiydi.

Jungkook bu hislerin karşılıklı olduğunu acı verici derecede belli etmişti hep, Seokjin'e rastlamak için yolunu değiştirirken, kulakları neredeyse mora dönecek kadar kızarana dek onunla flörtleşirken ve onun etrafında olmak için daha fazla bahanesi olsun diye arkadaşları ile arkadaş olurken. İkisi de genel olarak iletişim kurmada kötü olsa da çıkmaya başlamaları çok vakit almamıştı, birbirlerini tam anlamıyla keşfetmek için duydukları çaresiz istek hislerini itiraf etme korkularını yenmişti.

LA'de birlikte geçirdikleri ilk yıl sürekli sanki birbirlerinin ilk ve son nefesleriymiş gibi birbirlerini içlerine çekmeleriyle geçmişti. Birbirlerini sınıfa bırakarak, Koreatown'da sarhoş olup dans etmek ve noraebang, San Francisco ve Vegas'a araba yolculukları, birlikte ilk Pride yürüyüşleri-Seokjin yavaşça ancak emin adımlarla Jungkook'tan önceki hayatının neye benzediğini unutmuştu.

Bu süreç içinde muhteşem arkadaşlıklar kurmuşlardı ve Seokjin'in üniversite yıllarının hayatında şimdiye kadarki en güzel dönemlerden birini oluşturmasının sebebi olmuştu bu sıkı arkadaş grubu. Balayı dönemleri özellikle güzeldi, ikisine de yabancı olan bir ülkenin onlara sunacağı şeylere hiç son vermeyen bir şehrinin tadını çıkarırken.

Los Angeles Seokjin'in kendini bildi bileli olmak istediği yerdi. O kadar çok film izlemiş ve o kadar çok sanatçı, aktör, aktris ve müzisyen takip etmişti ki hepsi LA'den. Kore'den okyanusu aşıp buraya yolunu yapmayı her şeyden çok istemişti. Sebebine dair gerçekten bir fikri yoktu; LA'de yapıp Seul'de yapamayacağı bir şey yoktu ancak palmiye ağaçlarının, sıcak havanın ve yeni yüzlerin hayali onu çağırmıştı. Üniversite denizaşırı ülkede bir hayatı ciddi bir sorumluluk altına girmeden deneyimlemek için mükemmeldi. Ama Jungkook'u bulduğunda, onun şehrin bir merhaba hediyesi olduğunu biliyordu ve böylece ona dünyaları veren bu şehri asla terk etmek istemediğine karar vermişti.

The City for US | JINKOOK (Çeviri)Where stories live. Discover now