12.Bölüm

3K 427 181
                                    


Medya
Kamuran Akkor~Sev Yeter
&&&

Saatler sonra, müthiş bir acıyla uyandım; gözlerimi açmaya nafile uğraştım. Kirpiklerim tutkalla yapıştırılmışçasına bir inatla birbirinden ayrılmıyor, göz kapaklarım açılmıyordu. Tanrım, başım... Öyle bir ağrı vardı ki başımda, dayanamıyordum. Hareket etmek istediğimde, gayriiradi boğazımdan hırıltılı bir, "Ahh!" sesi çıktı. Neden sonra hislerim teker teker geri gelmeye başladı, ıslak bir zeminde yatıyordum ve etraf sessizdi. İnsan üstü bir güçle gözlerimi aralayınca neredeyse üzerime çökmüş yıldızlı gökyüzü ile karşılaştım. Yattığım yerden güçlükle başımı yana çevirince alabildiğine karanlıkla karşılaştım. Gözlerim gecenin siyahına alışınca etrafımı yavaş yavaş seçebildim, ağaçlarla çevrelenmiş çalılık bir yerdeydim. Derken bir bir olanlar aklıma zuhur etmeye başladı.

Ne Rıza Dinçer ile görüşebilmiş ne de yüzüne haykırmak istediklerimi söyleyebilmiştim. Sahiplerinden emir alan köpekler, tüm sorularımı yanıtsız bırakarak, belime dayadıkları silahla beni susturarak Kilyos'u da geçerek bilmediğim ormanlık bir araziye getirmişlerdi. Hayatının manevi anlamda en kötü anını birkaç saat önce yaşamış bir insanın, maddi anlamda da ona eşdeğer bir olayı yaşaması, fazla acımasızlık değil miydi?

İndirildiğim o ıssız yerde saatlerce dövüldüm; karşı koydum elbette. Fakat, dört kişiye karşı yumruklarım da hamlelerim de bir yere kadardı; o, bir kişinin beş altı adamı dövmesi sadece filmlere özgü bir yalandı.

"Rıza Beyin selamı var," demişlerdi, duygudan ari bir sesle, tıpkı bir robot gibi. "Geçen sefer söylediklerini anlamamışsın, bir de böylesini deneyelim dedi."

Bir korkak gibi davranmak izzeti nefsime dokunuyordu. Naz ile olan her şeyin bittiğini, yüzünü dahi görmek istemediğimi söylesem, muhakkak ki yiyeceğim dayağın korkusuyla söylediğim izlenimini uyandıracaktı. Zaten, gurur namına ne kalmıştı ki bende? Kalbim, onurum, her şeyim ayaklar altındaydı o gün. Beni Naz, o gün öldürmemiş miydi zaten. Hepsiyle mücadele ederken aklımdan peşpeşe geçen düşüncelerle tüm gücümün tükendiğini hissediyordum. Nihayet, bedenime ardı ardına tekme ve yumruklar inerken sadece dişlerimi sıkıp ağzımdan kaçan inlemelere engel olmayı başarabildim. Acı, insanı hayvanlaştırıyordu; bedeniniz üzerinizdeki iradeniz yok oluyordu. Ağzımın içine kan ve tükürük dolarken üst üste üste yediğim darbeler hiçbir şeydi. Bir an, annem ve abim geldi gözlerimin önüne, dökemediğim gözyaşlarım boğazımda düğümlendi. Onlar bana kıyamazken şu an yaşadıklarımı bilseler nasıl da kahrolurlardı!

Ne kadar süre dayak yediğimi hatırlamıyordum, bilincimi kaybetmiştim. Beni, orada öylece bırakarak ölüme terk etmişlerdi. Belli ki Rıza Dinçer için böyle şeyler çok normaldi, başka nelerin olağan olduğunu düşünmek dahi istemiyordum, artık beni de ilgilendirmiyordu zaten.

Zorlukla yattığım yerde doğrulmaya çalışırken bedenimin her yerine bıçaklar saplanıyormuşçasına bir acıyla bağırmamak için kendimi zor tuttum. "Dayan oğlum!" dedim içimden. "Bunu da halledeceksin, ölmedin ya!" Ölmemiştim, doğru ama ölmekten beter olmuştum. Sarsak hareketlerle doğrulmaya çalıştım, yapamadım. Yaralı bir hayvan çaresizliğinde bulunduğum yere geri düşerken acıyla kıvrandım. Sırt çantam neredeydi acaba? Ya telefonum? Naz'la konuştuktan sonra bana ulaşamaması için o hırsla telefonumu kapatmıştım. Ellerimle üzerimi yokladım, yoktu. O psikopat pislikler mi almıştı acaba? Ayılmamla birlikte yavaş yavaş yerine gelen duyularım sayesinde acıyı ve soğuğu daha fazla hissetmeye başlamıştı. Bu iyi miydi yoksa kötü mü, nereden baktığınıza göre değişirdi. Nihayet, bulunduğum yerden birkaç metre ötede atılmış montumu görünce sürünerek oraya yöneldim. Hayatım boyunca, orada çektiğim o acıyı unutamayacaktım. Montuma ulaşınca titreyen ellerle nemli kumaşı yokladım, umduğum gibi cebinde telefonumu bulunca neredeyse sevinçten ağlayacaktım. Zorlukla telefonu açınca derin bir, "Oh!" çektim, ellerim öyle kötü bir haldeydi ki istediğim numarayı aramak bile dünyanın en zor işi gibi gelmişti. Biraz uğraştıktan sonra başarmıştım, sarsak hareketlerle kulağıma götürdüğüm telefona can havliyle sarıldığımın farkında bile değildim. O an davranışlarım tamamen içgüdüseldi ve hayatta kalmaya odaklıydı. Telefonun orada çekmesi bile bir mucizeydi benim açımdan. Birkaç çalıştan sonra açılan telefondan abimin sesini duymamla ağlayacak raddeye gelmem bir olmuştu.

BEGONVİL ÇIKMAZI (Mahalle Hikâyesi)Where stories live. Discover now