26- Sarılan Yaralar

24.4K 3.2K 1.4K
                                    

Emir Can İğrek - Kor

Semih'in telefonuna bıraktığım beşinci cevapsız çağrının ardından pes etmiş, tüm dikkatimi bir an evvel evine gitmeye vermiştim. Yolda hiçbir şey yapamadığım zamanlarda Cihan'a zırt pırt mesaj atıyor, konu hakkında beni bilgilendirmesini istiyordum ancak İlker Abinin ve halamın dikkatli bakışlarının kıskacı altında olduğunu tahmin ettiğim Cihan, uzun süre telefonuna bakarak beni bilgilendiremiyordu. Birkaç mesajla durumu özetleyebilmişti sadece.

Tam olarak ne olduğunu o da bilmiyordu. Konuya hâkim olsa da son gelişmelerden haberdar değildi. Semih'i aradığında bir terslik olduğunu anlamış ve sormuştu. Semih ise büyütülecek bir olay olmadığını, birileriyle itiştiğini söylemiş ve Cihan'a, bunu İlker Abiye söylememesi için söz verdirmişti. Durumu büyütmek istemiyordu ve İlker Abinin kulağına ulaştığında da durum genelde büyürdü.

Çünkü İlker Abi bir babaydı. Kardeşlerin en büyüğüydü ve iki kardeşiyle de aralarında hatırı sayılır bir yaş farkı vardı. Bir nevi ikinci babaları gibiydi. Onlara da çocuk gözüyle baktığı için başlarına gelen en ufak bir aksilikte pireyi deve yapma özelliğine sahipti.

Cihan da bu nedenden Semih'in isteğini haklı bulmuş, İlker Abiye söylemeyeceğine dair söz vermişti. Abisinin ne durumda olduğunu merak ederek tekrar aradığında ise Semih'in sesinin kötü geldiğini söylemişti. Hastaneye gitmek için ısrar etmişse de Semih büyütülecek bir şey olmadığı konusunda ısrarcıydı. Onu tek başına ikna edemeyecek olan Cihan da mecburen İlker Abinin evine gelmişti.

Karşısında beni bulduğunda gözleri resmen parlamıştı. Semih'i ikna edebileceğimi düşünüyordu. Bu fikre nasıl kapılmıştı bilmesem de buradaydım işte. Semih'in oturduğu apartmanın önünde durmuş, koşturarak içeriye girmiştim. Asansörle yukarıya çıkarken merdivenleri kullanmış olsam daha hızlı kapısına varacağımı düşünerek yarım dakikalık süreyi kendime zehir ediyordum.

Nihayet asansör onun katında durduğunda sadece bir saniye duraksamış, derin bir nefes alarak kapıyı ittirmiştim. Metin olmam gerekiyordu. Görüntüme bakmamış olsam da koşarak geldiğimden yüzümün kızardığını hissedebiliyordum. Göğsüm alıp verdiğim hızlı nefeslerle kalkıp iniyor, kalbim deli gibi atıyordu. Onun üstümdeki etkisiydi buydu işte.

Kesin olmasa dahi başına bir şey geldiğini düşünmek beni mahvediyordu.

Kapısının önüne geldiğimde kendime sakin olmayı tembihleyip duruyordum. Bunun üstünden iki saniye geçmeden kapıyı deli gibi çalmaya başladım. Bir elimi zile basılı tutmuş, diğer elimle de kapıyı yumrukluyordum. İçeriden adım sesleri duyduğumda biraz olsun sakinleşmiştim. Kapı açıldığı anda elimi zilin üstünden çektim.

Beni Semih'in gövdesi karşılamıştı. Üstünde sadece siyah bir hırka vardı, belli ki kapı çalınca alelacele geçirmişti üstüne. Fermuarı yarım yamalak çekmişti, karın kaslarının hemen üstünde bitiyordu. Esmer teni gözler önündeydi. Gözlerim köprücük kemiğinde takılı kaldığında çatlak çıkan sesini duymuştum. "Irmak?"

Bakışlarımı Semih'in yüzüne çıkardım.

Yüzünde inceleyecek çok fazla detay vardı. Önce siyah, biçimli kaşlarından başladım. Daha doğrusu sağ kaşının kenarından bir ara süzülmüş, kurumuş kandan... Bakışlarım usul usul aşağıya inerken elmacık kemiğinin üstünde morluğa dönüşeceğinden emin olduğum bir kızarıklık gözüme çarpmıştı. Zorlukla yutkunarak yolculuğuma devam ettim. Kirli sakalları çenesindeki kızarıklığı kısmen saklıyor olsa da morluğa dönüştüğü takdirde pek de bir yararı olmayacaktı.

14 ŞUBAT SENDROMUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin