quarante

1.5K 119 174
                                    

Alparslan, elindeki kağıt bardağın tatsız tadının çoktan sindiği soğumuş çayı seyrederken arkadaşlarının konuştuğu konuyu algılayamayacak kadar dalgındı.
Kendini çok bitkin hissediyordu. Sabaha kadar gözüne uyku girmemiş, hava aydınlandığında ise daha fazla dayanamayarak kalkmıştı. Bütün gece kollarının arasındaki sevgilisini seyretmiş, onu sevmişti. Buğra farkında değildi ama ne zaman üzgün olsa ya da onu huzursuz eden bir şey olsa uykusunda mırıldanıyordu. Dün gece de kendi adını sayıklaması kalbini hüzne boğarak uykularını kaçırmıştı.

Fazla tepki verip vermediğine dair kendisini çok sorgulamıştı. Gece boyunca ne zaman kendisine bağırdığı sahne gözlerinin önüne gelse hala daha öfke ve kırgınlığın kıvılcımları içinde patlamıştı. İstemsiz bir şekilde kafasında Buğra'nın kurduğu cümleyi oynatmaya başladığında elindeki bardağı sıktı. Acilen bu aptal kuruntudan vazgeçmesi gerekiyordu. Çevresindekiler çok olgun olduğunu söyleseler de hakikat öyle değildi işte. Nihayetinde o da insandı ve duygularına hakim olamadığı anlar olabiliyordu. Özellikle konu Buğra olduğunda kontrolünün çoğunu yitiriyordu. İşte bu an da onlardan biriydi.

"Oğlum bıraksana lan bardağı."

Arkadaşı, elini önünde sallayıp gerçek hayata dönmesini sağlamasıyla elindeki ikiye katlanmış bardağa baktı. İçindeki yarım kalmış çay dökülmeye yüz tutmuşken bardağı elinden bıraktı. Arkadaşlarının bakışlarının ağırlığını üzerinde hissedebiliyordu. Ama zaten kimseye sevgilimle kavga ettik diyecek hali yoktu. Buğra istemediği için hala bilmiyorlardı. İçindeki sıkıntı balonu giderek şiştiğinde oflayıp kafasını arkaya attı.

"Bakmayın tip tip zaten kafam ağrıyor."

"Anlat da bilelim o zaman kardeşim, oturduğumuzdan beri bitkisel hayatta gibisin."

Doğruydu. Gerçekten bitkisel hayatta gibi hissediyordu kendini. Tek farkı bitkisel hayattaki kişilerin yatıyor olmasıydı, o ayaktaydı ama etrafta ölü bir ruh gibi dolanıyordu zaten.

"Anlatacak bir şey yok."

Masadan inanmayan nidalar yükseldiğinde güneş ışığının vurduğu yüzüne kollarını kapattı. Kantinin uğultusu beyninin kıvrımlarından içeri dolup baş ağrısını tetiklerken kulaklığının varlığına büyük bir istek duydu o an. Kalabalıktan, gürültüden ve şu an mutlu mutlu kahkaha atan herkesten nefret ediyordu. Arkadaşının kolunu yüzünden indirmeye çalışmasını ayağına vurduğu bir tekmeyle başından savuşturdu. Kafasında saçma sapan şeyler düşünüp kendine acı çektirme işini sağlıksız bir şekilde yapmaya devam ederken duyduğu sesle kolunu gözlerinin üzerinden çekerek yayıldığı sandalyede dik pozisyona geldi.

"Buğra değil mi o?"

Elinde her zamanki defteriyle, ne zaman ne defteri olduğunu sorsa başka bir dersin adını söylüyordu, kantin sırasında yanındaki iki üç arkadaşıyla beklediğini gördü. Altında siyah bir kot pantolon, siyah botları ve üstünde de yeşil tonlarında kapüşonlu bir sweat vardı. Gözlerinin güzelliğini ortaya çıkarıyordu. Dalgalı sarı tutamları dağınık olsa da her an yeni yapılmışçasına parlak ve güzel görünüyordu. Dersi dinlemediğini ise yanağına çıkmış sıra izinden anladı Alparslan. Büyük ihtimalle kafasını sıraya dayayıp uyumuştu. Birkaç saat önce yanından kalkıp gelmemiş gibi onu özlemle süzdü. Bedeni doysa da ruhu doymuyordu, belki de insanın sevdiğiyle küs olması her an eksik hissetmesine sebep oluyordu.

Kapüşonunu geçirip ellerini cebine soktuğu sırada göz göze geldiler. Buğra aniden kendisini görmesiyle afallarken aralarında mimiksiz ufak bir bakışma geçti. Buğra kafasını çekinceyle önüne eğdiğinde o da bakışlarını üzerinden çekip masaya döndü. Kollarından tutup benden kaçma diye sarsmak istiyordu. Aralarındaki soğuk rüzgarlar ise kanını donduruyordu.

Jolie Laide (bxb)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin