Kahvaltı

180 9 0
                                    

🎀

Uyanır uyanmaz vuran baş ağrısına küfür ederken yataktan doğrulmaya çalışıyordum. Telefondan saate baktığımda on buçuk olduğunu gördüm. Yavaşça ayağa kalkıp dolabın karşına geçtim. Siyah çiçekli elbisemi alıp banyoya doğru geçtim.

Elimi ve yüzümü yıkadıktan sonra üstümü değiştirdim. Her ne kadar yanlış sırayla olsada dişlerimi de fırçaladım. Bugün kargo gelecekti. Evet Pazar günü kargo ne kadar güzel!

Kahvaltılı hazırlamak için mutfağa geçtiğim sırada yumurta ve sucuk olmadığını görmemle ağlamak istedim. Gökçe'yi göndersem gider miydi ki? Tabi ki de hayır!

Zaten giyiniksin Alya git işte. Hem geçen pazar Gökçe hazırlamıştı sıra bende.

İçli bir nefes verip cüzdanımı alıp kapıya adımladım. Ayağıma beyaz ayakkabılarımı geçirip anahtarımı da alıp çıkacaktım ta ki telefonum aklıma gelene kadar. Koşturarak odama gitmiş telefonumu almıştım.

Her şeyi aldığıma emin olduktan sonra evden çıkmıştım. Günlük rutinim olan asansör beklemesini yapmaya başlarken tuşa basıp basıp duruyordum. Eğer bozulursa suç benim değil.

Asansör açılınca içeri adımlayıp giriş katın numarasına bastım. Köşeye geçip kafamı aynaya yasladım. Kapı açılınca ne ara geldiğim diye şaşırırken gözlerim kat numarası gösteren yere değdi. Bir üst kata çıktığını görünce birinin çağırdığını anlayıp yerime sindim.

İçeriye geçen asker üniformalı kişiye bakarken ağzım açık kalmıştı. Burada asker olduğunu bilmiyordum. Suratına tam bakmamıştım ama yan profilinden tanımaya çalıştım.

Hadi be! Amerikan kara ayısı? Adı neydi lan unuttum neyse çokta önemli değil zaten. Ağzımın hala açık olduğunu fark edince kendime küfür edip bakışlarımı ayaklarıma çevirdim. Dikizlemek kötü bir şeydi!

Ayaklarımı incelerken Amerikan ayısı benim yan tarafıma geçip benim gibi asansörün aynalı duvarına yaşlandı. Yani ayaklarından öyle görüyordu. Kesinlikle kendi tarafımda olan aynadan dikizlemedim.

"Size de günaydın!" sessizliği bozarken bakışlarım ona kaydı. "Günaydın!" mahcup bir ses ile konuşunca telefonda ki sert bakışları yumuşadı. Acaba bana demedi mi? "Ay pardon ben bana dediniz sandım." Utançla bakışlarımı kaçırdım.

"Sana dedim zaten." Sesinde gülmemek için kendini sıkıyormuş gibi ifade vardı. Bakışlarım ona değerken telefondan kaldırdığı bakışları beni buldu. "Sabah mesaisi mi?" beni baştan aşağı süzüp konuşurken refleksle bende kendimi süzdüm.

"He yok evde bir şeyler eksikti de onun için şey ettim." Asansörün kapısı açıldığında konuşmaya devam etti. "Şey ettin?" adımlarken dalga geçmesiyle adımım havada asılı kaldı. "Evet şey ettim." Kendimi asansörden atınca dış kapıya yöneldim.

Benimle aynı hizada gelince yandan ona baktım. İçimde ki merakı susturmak istesemde olmuyordu. "Siz asker misiniz?" bakışlarını bana çevirdiğinde gözlerini gözlerime sabitledi.

"Yok, veteriner." Kinayeli sesine sinirlenirken cüzdanım olan elimi yumruk yaptım. İki sohbet etmeye gelmiyordu!

Ama Alya seninki de soru mu?
Sus sen konuşma!

Adımlarım hızlanırken daha çarşıya gideceğim gerçeğiyle yüzleştim. Kaldırma geçip yürümeye devam ederken arkamdan gelen sese döndüm. Hakan? Bana seslenip yanıma kadar gelmişti.

"Günaydın!" sorgular gibi ona bakarken bana gülümseyip devam etti, "Günaydın Alya. Bu saatte hayırdır? Çarşıya mı?" ona kafamı sallarken gülümsemesi büyüdü. "Tamamdır bekle geliyorum hemen benimde çarşıda i‐im vardı. Arabayı alıp geliyorum." Heyecandan kafamı sallarken gülümseyip yanımdan uzaklaştı.

Şanlı Komutan Where stories live. Discover now